Ötüken Dergisinin sitesinde Manisa Ötüken Turancılar Derneği Başkanı Yusufhan Güzelsoy’un “Güneş Ölür Mü?” başlıklı bir yazısına rastlamıştım. Ardından daha önce az da olsa kulak aşinalığım bulunan bu konunun üzerine gitmeye başladım. Öncelikle öğrendiğim şey, Atatürk’ün önderliğinde geliştirilmiş bir dil teorisi vardı. Bu teori, 1930’lu yıllarda ortaya atılmıştı ve konu hakkında sonradan bilgi sahibi olan dilbilimciler, kesin bir tavırla bu teoriyi reddetmişti.
Teorinin kökeni, aslında Mu Kıtası araştırmalarına dayanıyordu. Mu Kıtası araştırmaları, ilk defa James Churchward tarafından yapılmıştı. Ortaya attığı çarpıcı iddiaların yanısıra, bir de haritası mevcuttu. Churchward’ın, araştırmalarına 1920’lerden daha önce başladığı biliniyor.
Mu Kıtası mevzuu, Başbuğ Atatürk’ün de son derece ilgisini çeken bir konuydu. Çünkü Atatürk, Türk milletine sunduğu inkılaplardan bazılarını, yalnızca Osmanlı’nın zaaflarını ve yıkılma sebeplerini düşünerek ortaya atmıştı. Bunlardan en temel olanı, Osmanlı’nın yıkılmasındaki en önemli sebep olan “milliyetçilik” duygusunun eksikliğiydi. Türk milleti, Kurtuluş Savaşı’nda yediği dost kazıklarından sonra, kimin dost, kimin düşman olduğunun farkına varmıştı ama, bunu biraz daha sistemleştirmek ve kalıcı tutmak gerekiyordu.
Atatürk bu gereksinim üzerine 1931 ve 1932 yıllarında, ard arda Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarını kurmuştu. Bu kurumların kurulması, tarihçiler tarafından Başbuğ’un Milliyetçilik İnkılabı ile ilişkilendirilir. Doğrusu da budur. Atatürk, tarih yazan millete, tarih okumayı da öğreterek milliyetçilik ve soyculuk fikrini aşılamayı amaçlamıştı. Bunun yanısıra, caiz olan tabiri ile; Türkçeyi Türkçeleştirerek tarih konusunda da, eğitim-öğretim konusunda da daha rahat ilerlemeyi hedeflemişti. “Atatürk bir işe el atmışsa, hakkını verir.” Vermiştir de. Kurtuluş Savaşı’nı başlatmadan önce hayal bile edilemeyecek olanı başarmıştır. Atatürk savaşı kazanmıştır, ve kazanacaktır.
Türk Dil Kurumu, o zamanki ismi ile Türk Dilini Tetkik Cemiyeti, Atatürk’ün buyruğu ile bazı araştırmalar yapmaya başlamıştı. Sahnede görünenler, yeni harflerin de yürürlüğe girmesiyle birlikte dilin biraz daha sadeleştirilme hareketinin başlamasıydı. Cemiyetten bazı isimler, Atatürk’ün buyrukları doğrultusunda yurtdışına gönderilmişti. Bu isimlerden en öne çıkanı ve tek başarılı olanı Tahsin Mayakon’du. Ancak onun başarısı da çalışmalar devam ederken tartışılır hale gelmişti. Tahsin Mayakon, Atatürk’ün isteği ile Türkiye’nin Meksika Elçiliği’ne atanmıştı. Mayakon’un buradaki görevi elçilikten ziyade, Mu Kıtası’nı araştırmak olmuştu. Tahsin Mayakon, Meksika’da Maya kültürünü incelemiş, incelemeler sonucunda Mayalıların ayyıldızlı davullar, Şamanlara ait bazı imgeler ve Türkleri temsil eden diğer bazı işaretler kullandığı ortaya çıkmıştı. Tahsin Mayakon, bunlarla beraber, çok sayıda sözcüğün Türk ve Maya dillerinde aynı olduğunu saptamıştı.
Bunlardan birisi tepe sözcüğüydü. Tepe, Maya dilinde”tepek” olarak aynı kelime anlamıyla kullanılmıştır. Tahsin Mayakon’un bu tespiti sonucunda soyadının “Mayatepek” olarak değişmesi kararı, bizzat Atatürk tarafından alınmıştı. Tahsin Mayakon, değişen ismiyle Tahsin Mayatepek, yaptığı çalışmaları Atatürk’e rapor olarak özetliyordu. Raporlar Atatürk’e gönderilmeden önce Türk Dilini Tetkik Cemiyeti Başkanı İbrahim Necmi Dilmen tarafından onaylanıyordu. Mayatepek ve Dilmen’in yaptıkları yazışmalardan sonra rapor Atatürk’e sunuluyordu. Atatürk, 7. Yazışmadan sonra raporlarda yer alan Churchward’ın kitaplarını getirtmiş, 60 çevirmeni bu kitapları kısım kısım çevirmesi için görevlendirmiştir.
Mayatepek ve Dilmen’in yaptığı yazışmalarda, Atatürk’ten habersiz bir şeylerin dönmüş olması muhtemeldi. Raporlar, sonralarda İslam dini ile bağdaştırılmaya başlanmıştı. Yani, Mayatepek Mayalıların İslami bazı motifler de taşıdığını öne sürüyordu. Mantıken bu olası değildi. Yine de Tahsin Mayatepek’in oğlu Osman Mayatepek’in de dile getirdiği üzere çalışmalara devam edilmişti. Bazı kimseler çalışmaların Atatürk tarafından sonlandırıldığını iddia etse de, çalışmalar Osman Mayatepek’e göre devam etmiştir. Kesin olmamak kaydı ile Mayatepek, zaman zaman raporlarını Atatürk’e ve Türk Dilini Tetkik Cemiyeti’ne göndermeye devam etmiştir.
Atatürk’ün yaşamı süresince Türk Dilini Tetkik Cemiyeti Başkanı İbrahim Necmi Dilmen, Ankara Üniversitesi’nde “Güneş Dil Teorisi” isimli dersler veriyordu. Bu derslerin verilmesinde, Mayatepek’in araştırma raporları kritik rol oynuyordu. Atatürk’ün vefatı, Mayatepek’in Türk Dilini Tetkik Cemiyeti’ne gönderilen raporlarının da, Dilmen’in verdiği Güneş Dil Teorisi derslerinin de sonu demek olmuştu.
Mayatepek, zaten sonralarda zırvaladığı raporları, muntazaman gönderiyordu. Raporlar Necmi Dilmen tarafından da onaylanıyordu. Anlayacağınız, raporlarda bulunan sıkıntıların tek sorumlusu Mayatepek değildi. Necmi Dilmen isimli zat da bu olayda rol üstlenmişti. Atatürk vefat ettikten sonra Güneş Dil Teorisi derslerini sonlandıran Dilmen, öğrencilerine “Güneş öldükten sonra onun teorisi nasıl hayatta kalabilirdi” gibi tamamen politik bir açıklama yaparak konudan sıyrılmıştır. Kısacası, Güneş Dil Teorisi Mayatepek ve Dilmen’in önderliğinde sahipsiz bırakılmıştı. Bunun sebebi sanıyorum ki ikisinin de İslamcı olmasıydı.
Kim bilir, belki de perde arkasında başkaları da bulunuyordu…
Peki, Güneş Dil Teorisi olası mıdır?
Bu sorunun cevabı, “Ön Türkler” veya “Sümerler Türk müydü?” konuları kadar meçhul sayılabilir. Ya da, aynı onlar gibi bilimsel olarak kanıtlanabilir…
Güneş Dil Teorisi, tüm dillerin bir Güneş Dil’den, yani Türkçe’den türetildiği iddiasıdır. Senelerdir dil bilimciler ve tarihçiler bu konu üzerinde yazıp çizmeye bile gerek duymamıştır. Çünkü önemsiz bulmuşlardır. “Benim!” diyen Atatürkçü’nün bile pek bilmediği, bilse de değer biçmediği konudur. Olayın bu kadar sahipsiz olmasındaki baş sebep TDK’nın kasıtlı veya kasıtsız yapılan hatalarıdır. Muhalif kamuoyunun genel şikayeti, TDK’nın yeni kelimeler türetmemiş olması, veya batı/doğu dillerinden birine daha fazla ağırlık vermiş olmasıdır. Sol düşünceliler batıdan alınmış kelimeleri talep ederken, sağ düşünceliler genellikle Arap ve Fars dillerine önem vermiş, sözlüğümüzde onların daha fazla bulunması gerektiğini savunmuşlardır. Aslında görülmesi gereken hata, TDK’nın yeni kelimeler üretme konusundaki zaafiyeti değil, kelime kökenleri konusunda yaptığı hatalardır. Bu hatalar da, geçmiş yıllarda elde edilen bulgulardan yola çıkılırsa kasıtlı bir ihmaldir. Mayatepek’in Atatürk’e gönderdiği raporlar, üç cilt halindedir. İlk ikisi ortaya çıkmıştır, üçüncüsü hakkında bilgi yoktur. Özellikle üçüncü ciltte Mayalar ve Mu Kıtası hakkında bilgiler olduğu iddia edilir fakat, etimoloji (köken bilimi) hakkında gerekli bulguların ilk iki ciltten sağlanabileceğini düşünüyorum. Ayrıca, dil bilimi ile uğraşan kimselerin, bu konuda çalışmalar yapması halinde Türkçe’nin Güneş Dil olup olmadığı konusunun aydınlanacağını düşünüyorum.
Tüm dillerin, tüm sözlüklerinin, tüm kelimelerinin yalnızca tek dilden türemiş olması, ilk uygarlıklar düşünüldüğünde, dünya milletlerinin belirli bir noktadan ayrıldıkları düşünüldüğünde çok da uzak gelmiyor. Fakat bazı dilleri incelediğimiz zaman, çok uzak geliyor. Bu konuda araştırma yaparak çeşitli bulgular elde ettim. Örneğin “bülten” kelimesinin anlamı, sözlükte “halka bilgi vermek üzere, belli zamanlarda ya da zaman zaman çıkarılan resmi duyuru” anlamıyla geçmektedir, ve dilimize Fransızca’dan geçmiş olduğu yazılmaktadır. Türk dil reformları sırasında Fransızca’dan alınmış olduğu doğrudur. Fakat, “bel” kelimesi, Eski Türkler tarafından kullanılmıştır. Resmi kaynaklarca da doğruluğu kabul edilmiştir. Kelimeye birden fazla anlam yüklenmiştir fakat atalarımız bel kelimesini “bilgi-bilim” anlamları ile kullanmışlardır. Bu doğrultuda “belleten” kelimesinin de Türkçe olduğunu kabul etmek lazım gelir. Belleten, bilgi sağlayan olarak tanımlanabilir. Takdir edeceğiniz gibi, bülten kelimesi ile çok yakındır, ve aynı anlamları taşımaktadır. Bu tesadüf değildir. Benzeri birçok örnek vardır. Başka bir örneğe değinecek olursak, Kırgızistan Türkçesi’nde yer alan, Latin alfabesine çevirilmiş hali “tuura” olan “doğru” kelimesi, eski Türkçe’de de “tovrı” olarak hayat bulmuştur. Buradan yola çıkacak olursak, “tovrı” ve “true(doğru)” kelimelerinin de benzediğini şüphesiz düşünebiliriz. Bugün “beden” anlamına gelen kelime de, İngilizce’de “body” olarak kullanılmıştır. Eski Türkçe’de kullanılan “bod” kelimesi de “beden” tanımı için kullanılmıştır. “Bod” ve “body” kelimeleri de birbirine son derece benzemektedir.
Dil Bilimcisi olmadığım için sadece yakın anlamları, araştırmalarım sonucu bularak keşfettim. Konuyla çok ilgili olmamama rağmen elde ettiğim bulgular gayet doyurucu geldi. Aslında takıldığım ve önemsediğim kısım, anagram konusudur. Anagram, aynı harflerlerin yerlerini değiştirip kelimeye farklı bir anlam kazandırmaktır. Bunun için rakı, ırak, arık sözcükleri örnek verilmiştir. Güneş Dil konusunda yaptığım araştırmalar sonucu, dilin değiştirilmesinde anagram tekniğinin de kullanıldığını düşünmekteyim. Örneğin, “parliamentum” kelimesi anagram tekniği ile parçalandığında, “tuplanmaierm” gibi bir kelimeyi de elde edebiliriz. “Tuplanmaierm” anagramı, kimilerine göre uçuk gelecek olsa da “toplanma yerim” kelimelerinin anagrama uğratılmış hali olabilir.
Bir de yansıma tekniği söz konusudur. Bu teknik de çok önemlidir. Önemli olduğu kanısına varmamdaki en büyük etken, “bakır “ sözcüğü olmuştur. Bakır sözcüğünün İngilizce karşılığı “copper”dır. Bu kelime, “kapır” şeklinde okunur ve tersine çevirilmiş hali bakır sözcüğüne son derece yakındır.
Bu kelimeler, bu analizler çoğaltılabilir. Önemli olan inanç ve azimdir. Yolbaşçımız Atsız Bey’in de dediği gibi, “İstek ve inanç her güçlüğü devirir.” Güneş Dil gerçek olabilir. Güneş Dil’in gerçek olması demek, dünyada konuşulan dillerin bir çoğunu sallantılı hale getirecektir. Dil, her şeydir. “Bir milletin bekâsı, dilini ve tarihini hafızasında tuttukça, geleneklerini yaşattıkça var olur.”
Güneş Dil varsa, ona sahip çıkmak boynumuzun borcudur.