Avukat:
“Efendim müvekkilimin de dediği gibi hanımefendinin söyledikleri yanlış anlaşılmadan doğan şeylerdir.”
Hakim:
“Kızım Avukat Bey ile müvekkilinin iddiaları hakkında bir şey söylemek ister misin?”
Kız:
“Evet Hakim Amca. Bu sapık önce sözlü tacizde bulundu. Ardından beni takip etmeye başladı.”
Avukat:
“Sayın Yargıç söylenenler tamamen iftiradır. Müvekkilim böyle bir şey yapmamıştır. Ortada bir tanık yoktur. Hanımefendinin psikolojik olarak sorunları olabilir. Bunun tıpta karşılığı vardır. Öyle düşünüp, öyle anlamış olabilir.”
Kız göz yaşlarını tutamayarak ağladı ve şunları söyledi:
“Hakim Amca ben deli değilim. Ben öyle bir şey hiçbir zaman düşünmedim, düşünmem, düşünemem. Lütfen Hakim Amca bu sapıkların başka kızlara sarkıntılık etmesine, millî değerlerimizin ve toplum ahlâkının bozulmasına müsaade etmeyiniz” dedi.
Gözleri dolan Hakim:
“Tamam kızım oturabilirsin” dedi.
O sırada duruşmanın görüldüğü mahkeme salonunda alkışlar kulakları adeta sağır edecek kadar şiddetli, bir sapığı para için koruyan avukatı da ürkütecek kadar sertti.
Hakim:
“Tamam. Sessiz olun lütfen. Burası mahkeme salonu. Bağırışıp durmayın, söz almadan konuşmayın.”
Salonda bulunan bir genç adam şiddetli bir ses tonuyla şunları söyledi:
“Ben Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Fakülteye başladığımdan beri bu salonda görülen neredeyse tüm davalara katıldım. Bu salonda senet sepet işlerinden ceza alanlar, haciz işlerinden ceza alanlar, kızını okutmak için aldığı borcu ödeyemediğinden şikayet edilen babalar, analar ve onların maddi durumlarından ötürü oluşan acizliklerini gördüm. Suçlu olan onlar değildi. Suçlu olan onların o durumlara düşmesini önleyemeyen bürokratlardır. Neredeyse tüm davalarda siz vardınız ve tüm davaların kararı esnasında vicdanınıza kulak verdiniz. Lütfen Sayın Hakim! Bu davada vereceğiniz kararda vicdanınızın yanı sıra bir de ahlâkî değer olarak kabul gördüğümüz normları da esas alın. Ayrıca bir hukuk öğrencisi olarak ruhunu ve vicdanını para için satan bu avukat kılığındaki herifi kınıyorum” dedi.
Avukat tepkilere dayanamayıp kalkarak Hakim’e şunları söyledi:
“Sayın yargıç şahsıma yönelik yapılan hakaretlerden ötürü salondakileri kınıyorum. Lütfen gerekeni yapınız.”
Hakim de en az salondakiler kadar avukatın satılmışlığına öfkeliydi. –Hakim avukatın söylemlerindeki ve savunması esnasındaki kullandığı hukuki terimleri Türk hukukunda kullanılmayan, daha çok Avrupai ve Amerikanvari terimler olduğunu fark etmişti.– Hukuk öğrencisinin bürokratları eleştirmesine tepki göstermek zorunda olduğu için şöyle dedi:
“Genç adam burası siyasilerin eleştirileceği yer değil. Lütfen sessiz olunuz ve oturunuz.”
Hakim tepki göstermek zorunda kaldığı için tepki göstermişti. Lâkin O’nun fikirleri de o yöndeydi.
Hakim son sözlerini söylemesi için davalıya söz hakkı verdi.
Lâkin ruhsuz, tüm kainatın gözünde müptezel, insanlık adına hiçbir özelliği olmayan bu yaratık herif pişkin pişkin gülerek şöyle dedi:
“Hakim bey bu ‘karı’…” der demez Hakim Bey:
“Haddinizi biliniz ve yerinize oturunuz. Terbiyesizlik etmeyiniz!” diyerek sert bir üslup ile susturdu.
Hakim kararı vermişti. Açıklamak için “karar!” diye bağırınca salondakiler silkinip ayağa kalktılar.
Hakim Bey duruşmayı bir hafta ertelemişti.
Karar bir hafta ertelenmekle birlikte, o süre zarfında dalkavuk avukatın müvekkil bozuntusuna gözaltında kalma kararı verildi.
***
Duruşma günü gelip çatmıştır.
Geçen haftaki hakim davayı öğrencisi olan ve yeni mezun olan Gökçen adındaki Hakime Hanım’a teslim etmiştir.
Salona Hakim cübbesi içerisinde alımlı, sarışın bir Bozkurt’u andıran hanım girince herkes şaşkınlık içerisinde bakakaldı. Çünkü taciz olayına bir hanım bakacaktı. Üstelik genç bir hakim idi. Kimisi bu yönde düşünürken kimisi de geçen haftaki Hakim Bey’e ne olduğunu merak etmişti.
Hakime Gökçen davaya hazırlıklı gelmişti fakat bir kez daha herkesi dinledi.
Fazla uzatmayıp karar aşamasına geçti.
Hakime Gökçen “karar!” diye haykırdığı anda herkes ayağa kalktı ve iki dudağının arasından çıkacak karara odaklanıldı.
Hakime Gökçen:
“Davacının anlattıkları dikkate alındı ve araştırmalar sonucunda davalının daha önce de birkaç kişiye sarkıntılık ettiği ve sözlü tacizde bulunduğu öğrenildi.” dediği anda sapık herif suçluluk psikolojisinden ötürü kekeleyerek kendini savunmaya başladı ve bunların iftira olduğunu söyledi.
O sırada Hakime Gökçen:
“Haddinizi biliniz. Sessiz olunuz. Taşkınlık ederseniz gereği yapılır” diyerek sert şekilde uyardı. Kararı açıklamaya devam etti:
“Bunlar da dikkate alındığında mahkeme heyeti olarak bir karara vardık” dedi ve açıkladı:
“Davalının sapkınlıkları dikkate alındı. Davacının doktor raporuna bakıldı. Hiçbir psikolojik hastalığı olmadığına varıldı. Mahkeme heyeti başkanı olarak ağırlaştırılmış müebbet hapsine mahkum edilmesi teklifim heyet tarafından onaylanmıştır.” Salondakiler alkışlar eşliğinde: “Adalet yerini buldu. Yaşa, var ol Hakime Hanım!” diyerek tezahürat yapınca Hakime Gökçen “sessizlik” diyerek uyarıda bulundu. Ama sevinçliydi. Çünkü adalet yerini bulmuştu. Bu sırada avukat söz alarak şöyle dedi:
“Sayın Yargıç verdiğiniz cezanın yasadaki maddesini söylemediniz. Basit bir şeyin cezasının bu kadar ağır olmasını açıklar mısınız lütfen?”
Hakime Gökçen:
“Biz burada hukuku tesis edip adaleti sağlamakla görevliyiz. Sizin basit gördüğünüz suç her suçtan mühim bir konudur. Söz konusu namus, ahlâktır. Söz konusu başkasının hayatının özgürlüğüdür. Hiçbir kızın hayatının çalınmasına, karartılmasına müsaade etmem. Yasadaki yerini sordunuz. Her şey dört beş tane adamın kararlaştırıp yaptığı kitapta yazmaz. Ben bir hukukçuyum. Görevim adaleti ‘er ya da geç’ değil, en kısa sürede hakkıyla sağlamaktır. Bazı suçlar vardır ki onlar vicdan ile halledilecek şeylerdir. Mesela; kasten adam öldürmenin cezası 25 yıldan başlar. Bu suçun en ağır ceza şekli müebbet hapistir. Ama böyle diye milletimize zararı olan, millî mevcudata saldırıda bulunup düşman lehine propaganda yapan birini öldürmüş kişiye müebbet hapis mi verelim?”
Avukat:
“O zaman herkes birbirini öldürsün. Böyle saçmalık olamaz!”
Hakime Gökçen:
“Hayrolsun, neden bu kadar korktunuz Avukat Bey? Türk milleti zekidir. Kimin kendisine düşman olduğunu, vatanına fenalık ettiğini, devletini hiçe sayıp anarşist faaliyetler içinde bulunduğunu, ahlâkı ve şerefi hiçe sayıp millî düzeni bozarak sapkınlık içinde olduğunu iyi bilir. Siz içinizi ferah tutunuz.
***
Kararı vermezden evvel Hakime Gökçen’in aklına bir anısı gelmişti.
Bir gün Gökçen annesine:
“Anneciğim biz insanlar için önemli olan şeyler nelerdir?” diye sordu.
Gökçen on yaşında bir Türk kızıdır.
Akıllı, yaşıtlarına göre uzun boylu, gök mavisi gözleri olan sarışın bir kızdır. Her şeyden önemlisi annesinin bir taneciği, yüce Türk milletinin evladıdır.
Annesi akıllı kızcağızına şöyle anlattı:
“Kızım hiç şüphesiz ki insanlar için en önemli şeyler vicdan, ahlâk ve akıldır” dedi.
Gökçen:
“Anneciğim vicdan nedir?”
Anne:
“Kızım sorularıma cevap verirsen sana vicdanın ne olduğunu açıklamış olurum. Diyelim ki bir gün sokakta bir kedi yavrusu gördün. Çok perişan durumda olan kediciğe ne yapardın?”
Gökçen:
“Anneciğim öncelikle su verirdim. Kendisine gelmesi için. Sonra ona göre olan yiyeceklerden verirdim. Ona elimden geldiğince yardım ederdim.”
Anne:
“Onu öyle yalnız başına bırakıp gider miydin peki?”
Gökçen:
“Tabi ki hayır anne. Ben onu öylece bırakıp görmezden gelemem ki…
Aaa anneciğim anladım. Vicdan perişan durumda görüneni umursamaktır demek ki.”
Anne:
“Aferin akıllı kızıma. İşte Kızım vicdan budur. Vicdan tertemiz yüreklerden çıkan histir, içgüdüdür.”
Gökçen:
“Peki anneciğim diğer söylediklerin nedir?”
Anne:
“Ahlâk; bir insanın doğuştan karakterinin belirlendiği döneme kadarki sürede oluşan, hayat boyu sürecek olan öğrenim, tutum ve davranışlarının iyi ya da kötü şeklidir. Bir insanın huyu iyiyse ahlâklı, kötüyse ahlâksızdır. Anladın mı biricik kuzum?”
Gökçen:
“Evet anneciğim. Peki anne akıl nedir?”
Anne:
“Kuzum, biriciğim; akıl düşünmek için vardır. Akıl kavrama, anlama, hafızaya kaydetmektir. Us kelimesi de akıl demektir. Akıllı kimselere uslu kişi denir ya.”
Gökçen:
“İyi de anneciğim uslu kelimesi rahat duran şımarık olmayana denmez mi?”
Anne:
“Şımarıklık, rahatsız edici hareketler yapmak nasıl bir davranıştır?”
Gökçen:
“Küçükler şımarık olabilir birazcık anneciğim. Ama bir yaştan sonra hoş karşılanmayabilir.”
Anne:
“İşte Kızım ahlâk; bir insanın doğuştan karakterinin belirlendiği döneme kadarki sürede oluşan, hayat boyu sürecek olan öğrenim, tutum ve davranışlarının iyi ya da kötü şeklidir demiştim ya. Akıllı insan ahlâklı olur. Nerede nasıl davranması gerektiğini bilir. Düşünür, ona göre hareket eder. Vicdanını ve aklını birlikte kullanan insan en ahlâklı olan insandır. Tanrı der ki: “ temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” Sözün özü kuzucuğum aklını da yüreği gibi temiz tutan insan kötü düşünmez. Kötü düşünmeyen vicdansızlık yapmaz.”
Gökçen:
“Vicdan, akıl, ahlâk. Bunları hep tertemiz tutacağım anneciğim. Bana hep anlattığın atalarımıza lâyık olacağım.”
Anne:
“Kızım sen çok zeki ve akıllısın. Her zaman akılcı ol…”
Gökçen:
“Anneciğim atalarımız da küçük yaşta büyük işler yapmıştı değil mi?”
Anne:
“Evet kızım”
***
Mahkeme çıkışı salondaki herkes Hakime Gökçen’in önünü kesip ona teşekkür ediyorken bir yaşlı teyze geldi ve dedi ki:
“Kızım seni yetiştiren anaya babaya helâl olsun.”
Gökçen’in gözleri dolmuştu. Çünkü babası o daha küçükken şehit olmuştu. Babası orduda yüzbaşıydı. Onu annesi yetiştirmişti. Annesi ona hem anne, hem baba, hem de kardeş olmuştu.
Gökçen bu olaydan yıllar sonra fakültede eğitim vermeye başlamıştı.
Bir gün derste o duruşmayı anlatıvermişti. Bunun üzerine bir öğrencisi ukalâ tavırlarla:
“Hocam, avukat bey haklı değil mi?
Yani herkes “vicdanım böyle istedi” diyip birbirini öldürür. Böyle adalet sağlanamaz”
Gökçen bunun üzerine küçükken yaşadığı o anısını anlatarak şöyle dedi:
“Herkesi aile fertleri layıkıyla yetiştirirse; vicdanlı olmayı, ahlâklı olmayı, akıllı olmayı öğütler ve öğretirse, suç işleyen de suç çeşitleri de azalacaktır. Tarihte Türk toplum yapısını incelediğiniz vakit, o ihtişamlı günlerinde aile terbiyesi alarak büyüyen toplumumuzun fertlerinin nasıl eğitimli ve ahlâklı; aynı zamanda vicdanlı olduğunu göreceksiniz. Annemden o gün ve ondan sonraki günlerde aldığım öğütlerle ben bir hukukçu olmuşken, belki de hiç öğüt almamış o kişi karşımda yargılanan duruma düşmüştü. Kişilerin gittikleri yolun belirlenmesinde aldıkları terbiye ve geliştikleri çevre önemli bir etkendir…”