Türklerin İslamiyetten önceki dini “Göktanrı” inancıdır. Göktanrı inancı, 10. yüzyıla kadar Türk devletlerinin en yaygın dini olmaya devam etmiştir. Türk milleti, ilk defa 8. yüzyılın başlarında İslam inancına tabi olmaya başlamıştır.
Bu dini değişimin en önemli sebebi; Gök Tanrı inancı ve İslam inancı’nın ortak yönlerinin varlığıdır. Türklerin İslam inancına alışma sürecindeki hız, bu ortak yönlerin varlığına bağlıdır. Dünya dinler tarihinde gerçekçilik ve sabitlik açısından en önemli dinlerden ikisi; Tengricilik ve İslamiyettir. Türk milletinin sahip olduğu zekâ, bu milleti taşı oyup da tapmayan tek millet ilan etmiş ve bunun sonucu olarak da Türk milletini bu iki dinde yoğunlaştırmıştır.
Türklerin İslam’a geçme sürecinde ilk adımı 7. yüzyılda Halife Ömer atmak istemiştir fakat başarısız olmuştur. Ömer’in ölümünden sonra İslam dini, yayılışını arap milliyetçiliği çerçevesi altında devam ettirmiştir. Bunun ilk ve en önemli örneği, arap komutan Kuteybe bin Müslim’in 700’lü yılların başlarında Türklere karşı düzenlediği akınlardır. Kuteybe bin Müslim; Türk şehirlerini yağmalamak, Türk insanlarını katletmek ve ganimetler elde etmek suretiyle, İslam’ı yaymak kisvesi altında arap menfaatleri için çalışmıştır.
Arapların yalnızca inanış olarak değil, kültürel biçimde de Türk milletine tesir edişi, İslam’ı yaymak kisvesi altında arap milliyetçiliğinin güçlendirilmeye çalışılmasının sonucudur. Arapların bu isteklerine ve gayretlerine rağmen, Türk milleti -farkında olmadan- eski dininden kalmış birçok geleneği sürdürmeye devam etmiştir.
Bu geleneklerden bahsedecek olursak; öncelikle sık sık karşılaştığımız “kırmızı kurdele bağlamak” geleneğinden söz edebiliriz. Kırmızı kurdele bağlamak, açılış törenlerinde, okuma bayramlarında, evlilik törenlerinde karşılaştığımız bir geleneğimizdir. Kırmızı kurdele, Orta Asya’daki Türk kültüründe, kısmet ve uğuru temsil eder. Kötü ruhlardan korunmak amacı ile kullanıldığı da söylenir. Atalarımızdan bizlere kalmış asırlık alışkanlıklarımızdandır.
Çocuklarımıza verilen ekolojik isimler de eski kültürümüzden kalma bir alışkanlıktır. Bu isimler, Toprak Ana’ya saygıyı, doğaya karşı hayranlığı ve hayretle karşılanabilecek olayları temsilen kullanılmaktadır.
Biri vefat ettiğinde belirli aralıklarda zaman geçmesinin ardından toplanılması, dua okunması da eski inancımızdan bizlere yadigâr bir alışkanlıktır. Ölen kişinin ruhu evi terk etsin, göğe yolculuğu başlasın diye toplanılıp yas tutma ayinleri yapılmıştır. Bugüne de böyle tesir etmiştir. Diğer Müslüman milletlerde bu gibi alışkanlıklar yoktur. Ayrıca “40’ın çıkması” sözü, eski Türk inancında ruhun ölümden 40 gün sonra bedeni terk etmesi inancına dayalıdır.
Atalarımız, göçebe yaşam sürdükleri dönemlerde daha önce girmedikleri ormanlara girerken kötü ruhları kovalamak için bir ağaca yaklaşıp ağaca vururlar ve bağırırlarmış. Bugün kötü bir varlık, kötü bir düşünce anıldığında tahtaya vurulması, atalarımızın bu alışkanlığından gelmektedir.
Eski Türk kültüründe, Ak Ana’ya ve doğaya saygı duymak için suyun yeri de hep ayrı tutulmuştur. Su, Türk kültüründe hep kutsal sayılmıştır. Bunun için de yola giden kimsenin ardından su dökülür. “Su gibi çabuk dön, ak geri gel, kazasız belasız git” anlamları taşır.
Göktanrı inancına göre Tanrı göktedir. Hatta; eski Türkler Tanrı’ya “Gök” ismi ile de seslenmişlerdir. İslam inancına göre Tanrı yukarıda değildir. “Yukarıda Allah var” sözü de Gök Tanrı inancından bizlere miras kalmıştır.
Türk kültüründe, “kut dökmek” isimli bir gelenek de mevcuttur. Bu, günümüze kurşun dökmek olarak geçmiştir. Kötü ruhların götürdüğü talih, baht, esenlik unsurunu geri döndürmek için yapılan eylemdir.
Mezar taşlarının süslenmesi, hatta daha ileri gidilerek bunun sanat haline getirilmesi de eski Türk kültürüne aittir. Buradaki amaç ölen ruhun kutsanmasıdır. Bu alışkanlık, İslami coğrafyada yalnızca Anadolu’da görülür.
Anadolu’da nazar inancı da çok yaygındır. Bazı insanların olaüğanüstü özelliklerinin diğer insanlara kötülük verdiğine inanılır. Bundan korunmak için de nazar boncuğu kullanılmıştır. Bu inanış da eski Şaman geleneklerinden kalmıştır.
Farkında olmasak da, Orta Asya geçmişimiz günümüzde bazı kesimler tarafından saygı görmese de, yaşamımıza tesir eden birçok alışkanlık; inanış ve gelenek, Orta Asya’daki atalarımızdan kalmıştır. Bir milletin bekâsı, dillerini ve tarihlerini hafızalarında tuttukça, geleneklerini yaşattıkça var olur. Türk milletini ayakta tutan önemli unsurlardan ikisi de geleneklerimiz ve kültürümüzdür. Bu kültürel alışkanlıkları ve gelenekleri korumak, eski Türk geleneklerini yeniden ortaya çıkarmak bizlerin en önemli görevlerimizdendir.