(23 Mayıs 1919, Şair Mehmet Emin (Yurdakul) Bey’in nutku, 30.000 kişi iştirak etmiştir.)
Kardeşler!
Keşke asırların geceleri ve dünyaların mezarları gözlerine dolarak bir sail(akıntı) olsaydım. Sokak sokak dileneydim de, milletimin kulağını parçalayan bu felâket seslerini işitmeseydim. Bu karanlık günleri görmeseydim. Keşke gökün yıldırımları, yerin canavarları birleşerek beni kanlar içinde topraklara yuvarlasaydı da, vatanımın bu musibeti huzurunda bulunmasaydın. Ve bu azapları çekmeseydim. Zira bugün memleketin uğradığı felâket ve musibetler o kadar acıklı. Evet, kardeşler; biz mağlubiyetten vatan ve milletin acısından sonra bugün İzmir’imizin Yunanlılar tarafından işgal edildiğini görüyoruz. Yunanlılar, öteden beri tarih ve saltanatımızın enkazı zerine bayrağını dikmek ihtirasını besleyen bu düşmanlar, ellerinde hiç hak silahı olmadığı halde, bizim Anadolumuzun bir güzel beldesini mabetleriyle, mektepleriyle, yangına veriyorlar. Ve onun kahraman evlâtlarını kadınlariyle öldürüyorlar Acaba bu zulüm ve vahşet niçin yapılıyor? İzmir’i Yunanistan ve Türkü Yunanlı yapmak için mi? Hayır kardeşler! İzmir, altı asırdanberi kırk ulu camiinin beyaz minarelerinden ezan seslerini yedi gökte dalgalandıran bir Müslüman memleketidir. İzmir yine o kadar zamandanberi şehamet ve adaletlerimize şahit olmuş azametli dağların, Oğuznameler, Şehnameler dinlediği bir Türk toprağıdır.
Ey Avrupa, ey Amerika!.. Bunun mesuliyeti sizin olacaktır. Biz Türkler düştüğümüz muharebeye ve uğradığımız mağlubiyete rağmen, sizi büyük tanıyorduk. Ve sizden hak, adalet bekliyorduk. Sizin o mütefekkirleriniz, o şairleriniz vardı i, bunlar Mesihlerin şakirtleri gibi bir damlacık insan kanında ve gözyaşında tufanlar, kıyametler, görürlerdi. En hakir bir insanın ölümünü bir yıldızın düşmesinden daha acıklı bulurlardı. Muharebenin, bu ölüm eğitimcisinin her adımda saçtığı felâketleri ve biçtiği matemleri tel’in(lanet) ederlerdi.
Türkün hürriyeti niçin tanınmıyor? Türkün vatanı ve Türkün mâbedi niçin çiğneniyor?..
Bununla beraber kardeşler! Biz bütün felâket ve musibetlere, her şeye karşı memleket ve milletimizin hayat ve necatından(kurtuluşundan) ümidimizi kesmeyelim. Bilelim ki, gökler fırtınasız, baharlar hazansız olmadığı gibi, hiçbir vakit insanlar da dertsiz kalmamışlardır. Istırap, beşeriyetin talihidir. Mağlubiyet her milletin hayatında mukadderatın elinden içtiği bir zehirdir. Lâkin fırtınalardan sonra parlak güneşler, hazanlardan sonra şu güzel çiçekler göründüğü gibi, dertlerden sonra da saadet günleri gelir.
Eğer biz felâketten, mağlubiyetten ders almağı bilirsek, şüphe yok ki, bizim içtiğimiz zehir bir ilâç olacaktır.