Mehmet Akif Ersoy 1873 yılında İstanbul Fatihte Sergüzel Semtinde doğdu. Annesi Cemile, Babası Mehmet Tahir Efendidir. Babası ona doğum tarihini belirten “Ragıf” adını verdi. Bu ad yaygın kullanılmadığı ve telaffuzu zor olduğu için yakın çevresi ona “Akif” şeklinde hitap etti. Ancak babası vefatına kadar onu bu ad ile çağırmaya devam etmiştir. Annesi Cemile Hanım ise aslen Buharalı(Özbekistanda bir Türkmen ili) olup Samsunda doğdu. Mehmet Akif babası tarafından çok sıkı bir dini eğitim aldı. Bizzat babası ona Arapça dersleri verdi. Orta öğretimini bitirdikten sonra Siyasal Bilgiler Fakültesinde bir süre eğitim aldı. Ancak babası ölünce Veterinerlik Fakülte- sine girdi ve okulunu birincilikle bitirdi. I. ve II. Meşrutiyet dönemleri ile II. Abdülhamid döneminde gençliğini geçirdi. Aslen veteriner olmasına rağmen veterinerliğinden çok onu İstiklal Marşı ve şairliği ile tanıyoruz.
Mehmet Akif Ersoy hiç tartışmasız gerçek bir Müslüman duyarlılığına sahip, dindar bir şairdir. Ümmetçi, yani dünya Müslümanlarının kültür, devlet bakımından birliğini savunmuştur. Fakat gelişen olaylar onu bu düşüncelerinden uzaklaştıracaktır. Mehmet Akif’in düşünce yapısını anlamak için sadece yazdığı şiirlere bakmak yeterli olmaz. Çünkü Mehmet Akif döneminin ahvaline, gerekliliklerine göre; vatanı ve devleti için doğru olduğunu düşündüğü fikirleri savunmuştur. Çoğu şiirinde milliyetçiliğe karşı olan Mehmet Akif’in başka bir şiirinde ırk’ı öven mısralarını görmek pekâlâ mümkündür. Bu yüzden şiirlerini, yazdığı zamanda gelişen olaylar ile beraber ele almak daha nesnel olacaktır. Diğer türlüsü İstiklal Şairimizi istismar etmek olacaktır.
1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları ile Osmanlı İmparatorluğundaki gayrimüslimler milliyetçilik akımının etkileriyle elden çıktılar yani ihanet ettiler. Ülkede ise Türkler ile Araplar; Müslümanlar kalmıştı. O kadar doğal ki Mehmet Akif ülkesinin bütünlüğü için Milliyetçilik karşıtı ümmetçiliği benimsedi ve milliyetçiliğin ülke bütünlüğünü parçalayacağını düşündü. Şiirlerinde ve çevrelerde bunun yaymacılığını yaptı.
“…Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü/ Dinle Peygamber-i Zîşân’ın ilahî sözünü/ Türk Arapsız yaşamaz, kim ki yaşar der delidir/ Arab’ın, Türk ise hem sağ gözü hem elidir….” (1915)
“…Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,/ Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,/ Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize/ Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?/ Birbirinden müteferrik bu kadar akvâm,/ Aynı milliyyetin altında tutan İslam’ı,/ Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyyettir./ Bunu bir lahza unutmak ebedî haybettir…/ Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez…/ Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez…” (1912)
“…Fırka, milliyyet, lisan nâmiyle daim ayrılık;/ En samîmî kimseler beyninde en ciddi açık;/ Enseden aslan kesilmek, cepheden yaltak kedi…” (1915)
“…Hani milliyyetin İslam idi… Kavmiyyet ne?/…/ Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri!/ Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın;” (1915)
‘…Cem’iyyete bir fırka dedik, tefrika çıktı:/ Sapsağlam iken milletin erkânını yıktı./ “Tûran İli” nâmiyle bir efsane edindik;/ Efsâne, fakat, gâye!” deyip az mı didindik?/ Kaç yurda vedâ etmedik artık bu uğurda?/ Elverdi gidenler, acıyın eldeki yurda!..’ (1915)
Bu dizeler bize dönemin gerekliliklerini, ahvalini yansıtıyor. İslamcı bir şair ülkesi için çözüm yolları arıyor. “Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri!” diyen, milliyetçiliğe, hatta Türkçülüğe saldıran Mehmet Akif ileride Türklere yönelik saldırıları ve Türk olmayan ümmetin ihanetlerini görünce Türk Irkından söz etmeye başlayacaktır.
“Ah,biz hayra yarar unsur-u iman değiliz./ Hind’in İslam’ını pek Türk’e kıyas etmeyiniz./ Onların ruh-u şehametle coşan kanları var;/ Bizde yok öyle samîmî asabiyyet, o damar.” (1912)
Mehmet Akif’in gönlünde ise ümmet içerisinde en güzel yerin Türk’e ait olduğunu bu mısralarında görülebilmekte…
Aşağıda verilen alıntıda ise 1.Dünya Savaşına gideceğiz. Bu alıntıda Mehmet Akif’e ait olan bir anı yer almaktadır. Anının kaynağı Mehmet Akif’in yakın arkadaşı Mithat Cemal Kuntay olup anlatımı başkasının ağzından yapılmaktadır.
“Mehmet Akif, Arap şeyhlerini İngilizlere dönmekten vazgeçirip Osmanlılığa kazandırmak için Arabistan’a yollanmış. Dönüşünden sonra, bir ara Almanya’ya giderken yolda Viyana’ya uğramış. Şehre varmış ki ne görsün! Olanca kilise çanları veryansın çalıyor, şehir velvele içinde. Saf adam içinden ‘E, hadi bakalım, her halde ya biz ya müttefiklerimiz bir zafer kazandı da onu kutluyorlar’ demiş. Ama soracağı da tutmuş. Aldığı cevap şu: ‘General Allenby Kudüs’e girdi. Onu kutluyoruz.’ General Allenby! Yani Almanya, Avusturya ve Osmanlı Develtinin savaştığı Müttefiklerin Yakındoğu’daki başkomutanı! Türkleri sürüp Kudüs’ü ellerinden alıyorda Viyana kiliseleri bunu kutluyor! General bütün Hıristiyan dünyasına da seslenerek ‘Haçlı seferleri tamamlandı’ demiş. Avusturya ve Alman Hıristiyanlığı böyle imrenilecek bir zaferin kendilerine değilde düşmanlarına nasip olmasını kıskanmağa gerek görmeden bu zaferi candan kutlamaya katılıyor! Bu durum karşısında bizim İslamcı şair coşacak, haykıracak; ‘Görüyor musunuz din kardeşliği ne demek?’ diyecek, ama diyemiyor. Çünkü çok iyi biliyorki onun din kardeşi Araplar, bu Haçlı seferini tamamlayanların yanı başında, hatta önünde…” (Niyazi Berkes, “İslamcılık, Ulusçuluk, Sosyalizm”, 1975)
- Dünya Savaşında Mehmet Akif’in din kardeşi olarak gördüğü Araplar sadece devletine değil kendisinede ihanet etmiş görünüyor. Dolayısıyla Mehmet Akif’in düşünceleri artık ümmetçilikten, “küfr” saydığı milliyetçiliğe geçmeye başlayacaktır.
“…Yurdu baştan başa vîraneye dönmüş Türk’ün;/ Dünkü şen, şatır ocaklar yatıyor yerde bugün…/ Nerde Ertuğrul’u koynunda büyütmüş obalar,/ Hani Osman gibi, Orhan gibi gürbüz babalar?/ Bugün artık biri yok… Hepsi masal, hepsi yalan!/ Bir onulmaz yaradır, varsa yüreklerde kalan./ Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik Türk’ün,/ Düşünüp durmada öksüz gibi küskün küskün./ Değişik sanki o arslan gibi ırkın torunu!/ Bense İslam’ın o gürbüz, o civan unsurunu,/ Kocamaz, derdim, asırlarca; sorulsaydı eğer!..” (1919)
“Türk eriyiz, silsilemiz kahraman…/ Müslümanız hakka tapan müslüman” (1920)
5-6 yıl öncesinde bir kısmını örneklediğimiz şiirlerinde ümmetin durumundan kaygılanan, milliyetçiliğe karşı duran şairimiz yaşadıklarının etkisi ile gözünü artık Türk’ün yurduna çevirmiştir. Şiirindeki “gürbüz babalar”, “aslan gibi ırk”, “dimdik Türk”, “Türk eriyiz, silsilemiz kahraman” gibi kullandığı deyimler dikkat çekmektedir.
İstiklal Şairimiz 17 Şubat 1921’de tamamladığı İstiklâl Marşı’nı “Kahraman Ordumuza” armağan etmiştir.
“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!/ Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal./ Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:/ Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;/ Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.” (1921)
Milli mücadeleden sonraki yıllarda ülkedeki Batıyı örnek alan yenilikler Mehmet Akif’in düşünceleri ile uyuşmuyordu. 1925 yılında Mısır’a gitti. Kahire’de Ezher Üniversitesinde Türkoloji dersleri verdi. 1936 yılında hasta olarak son günlerini vatanında geçirmek istediği için Türkiye’ye geldi. Ülkenin ne hale geldiğini gördükten sonra “Görüyorum ki insanlık da Türkiye’de, hürriyet de Türkiye’de, Müslümanlıkda Türkiye’de… Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemal’e versin…” demiştir. 26 Aralık 1956’da 63 yaşında iken “Ben de Peygamberimin yaşında ölüyorum.” diye sevinerek vefat etmiştir. Görüldüğü üzere Mehmet Akif Ersoy sıkı bir dindardır. Balkan savaşlarından, balkan milletlerinin milliyetçilikten etkilenmelerinden sonra, sıkı ümmetçilik yapmış ve milliyetçiliğin karşısında durmuş, I. Dünya Savaşı’ndan sonra ise gelişen olaylar ile beraber milliyetçiliği benimsemiştir ve yaşamının son zamanlarını bu şekilde geçirmiştir.
“İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz?/ Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek./ Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme;/ Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.” (1932)