Türkiye bir referanduma gidiyor. Yada en azından biz bu kadarını sanarak fazla pozitif düşünüyoruz… Çünkü bu referandum daha önünde uzun bir süre olmasına rağmen bize az vakitte çok şey gösterdi. Bunlardan en önemlisi ise toplumuzun son derece kutuplaşmış oluşudur. Bu kutuplaşma toplumun sinir uçlarında hep görülen bir durumdu, bu yer yer tabandan tavana da yansırdı. Ancak ilk kez bu kadar sert ve radikal söylemler ile karşı karşıya olduğumuzu hissediyorum. Amerika da yükselen tansiyon, Avrupa ve Avrasya coğrafyalarında da ”soğuk” hava etkisiyle kendini hissettiriyor. Ancak bu sefer bu ”soğuk” hava tehdidi ”balkanlardan” değil de Ortadoğu dan gelecekmiş gibi…
Şuan resmen particiliğin yerini mafyacılık, siyasetçiliğin yerini serserilik aldı. Fikirlerin yerini silahların alması ise pek uzak bir ihtimal değil. Türkiye yakın tarihini biraz inceleyecek olursanız ve toplum psikolojisine yönelirseniz yazımızın ana teması olan ”kutuplaşma” adlı konuyu kendinizde göreceksiniz.
Hemen 1968li yıllardan 1980 12 Eylül’ünü hatırlayalım. Kahvehane taramalar, okul işgal etmeler, polis ölümleri-sivil ölümler… Milliyetçiliğin ne olduğunu bilmeyen gençlerin Sosyalistleri dayaktan geçirmesi, Sosyalizm’in ne olduğunu bilmeyen gençlerin Milliyetçileri dayaktan geçirmesi… Hatta kurtarılmış bölgeler, polisin giremediği sokaklar… Elde ki profilin özeti böyle. Tam bir iç-savaş ortamı değil mi? Tanımım yanlışsa buyurun yorum atın, kendi tanımınızı belirtin.
İşte böylesi bir ortam yıllarca kendini muhafaza etti. Sağ-sol olayları ile Türkiye Cumhuriyeti bir iç-savaş kültürüne sahip oldu. Zaten Anadolu olarak sık sık iç karışıklık ve isyanlara sahne olan bir coğrafya olduğumuzu kim inkar edebilir? Her neyse, tarihler 2012’yi gösterirken farklı bir toplumsal olay daha cereyan etti. ”Gezi Parkı”, kimine göre Batılı devletlerin bir oyunu, kimine göre yıllarca biriken ve kulak tıkanılan taleplerin kendini radikalce belli etmesi… Ancak değişmeyen hakikat şudur ki; Gezi Parkı yahut Taksim olayları yurdun bir çok noktasına yayılmıştı. Sayısız biber gazı kapsülü, sayısız eylemcinin gözlerini yakarken sayısız taş sayısız polis memurunun canını yaktı. Bir çok kez sinirler gerildi. Bir çok eylemci yaralandı hatta öldü, poliste keza…
Görüntüleri saatlerce inceledim, sizlere de incelemenizi tavsiye ediyorum. Gördüğüm manzara ne miydi? ”Kaos, vahşet, anarşi,”. Eylemciler sokakları işgal ediyorlar, barikatlar kuruyorlar, ateş yakıyorlar, polisler son kullanma tarihi geçmiş biber gazı atıyor, sivil giyimli kişiler sokakta eylemcileri öldüresiye dövüyorlar, takımından geri kalan polis memurları taş yağmuruna tutuluyor, bazı eylemciler (Çarşı taraftar grubu) ele geçirdiği iş makinesi ile polis TOMA’sının üzerine yürüyor, polis memurun biri gerçek mermi ile eylemci vuruyor ve daha neler neler…
Tam bir iç-savaş ortamı değil mi? Aynı Arap Baharının yeni yeni filizlendiği zamanlardaki gibi.
Daha sonra IŞİD’ in Ayn-El Arab bölgesini istila etmesi üzerine tarihe ”Kobani Olayları” geçen bir olay dizisi var. k*rt ve marjinal solcuların ağırlıkta olduğu kalabalıklar bir çok noktada polisle çetin savaşlara girdiler. Güneydoğu bölgesinde özerklik ilan etme teşebbüsleri dahi baş gösterdi. İstanbul/Sultanbeyli de Atatürk büstüne tırmanan bir kişi Türk Bayrağını indirmeye çalışırken son anda engellendi. PKK’lılar kurban bayramı vesilesi ile et dağıtan bir kaç Hizbullah militanını bıçaklamak suretiyle katletti. Yurt genelinde çatışmalar uzun süre sürerken yine kurtarılmış mahalle ilanları ve polisin giremediği bir çok sokak akıllarda kaldı. Biber gazı, molotof kokteyli, gerçek silahlar…
İç savaş değil midir?
15 Temmuz’da Gülen Cemaatine üye olduğu tespit edilen bir grup subay TSK vasıtasıyla mevcut iktidarı devirip kendi iktidarını kurmak için düğmeye bastı. TBMM Kurtuluş Savaşında bile yaşamadığı bir gelişme ile çatısında gerçek bombaların patladığını hissetti. Köprü üzerinde Erdoğan yanlısı kalabalığa gerçek mermiler ile ateş edildi. Erdoğan yanlısı kalabalık emir komutaya riayet eden TSK askeri ve diğer kolluk kuvvetlerinin yardımıyla kontrolü ele alınca bir çok askeri linç etti. Tutuklananların sayısını Tanrı bilir. Erdoğan yanlısı kalabalık içinde ellerinde gerçek silahlar ile protestolara katılanlar göze çarptı. Ancak belki en çok akılda kalan görüntü uçakların havadan sokaklara bombalar yağdırdığı sahnelerde göze çarptı. Olaylar bu kadarla sınırlı kalmadı. Fetullah Gülen Cemaatine ait olduğu sanılan (olaylardan çok önce kayyum atanmıştı, yani devlet el koymuştu) NT kitap evi ve bir çok bina yağmalandı. Fetullah Gülene sempatisi olduğu zannedilen kişilerde avlanırken, tekrar darbe yapılması tehlikesine karşı uzun süre siviller tarafından kentlerin önemli meydanlarında tarihe ”demokrasi nöbetleri” olarak geçen protesto geceleri geçti. Yüzlerce ölü ve on binlerce yaralı…
İç savaşı durumu değil midir?
Olayların hepsinin ortak noktalarına değinecek olursak aslında toplumun ve devletin ne kadar çok şey kaybettiğini söylemeye sayfa yetmez. O yüzden ilginç bir noktadan yaklaşacağım. Bu olaylar, 80 öncesi, Gezi Parkı, Kobani, 15 Temmuz topluma neler kazandırdı? Bu sorunun cevabını arayacağım.
Bu noktalarda 80 öncesini bir köşeye bırakıp daha yakın tarihe yönelelim. Gezi Parkı, Kobani ve 15 Temmuz’da görülen en büyük ortak nokta sokaklara inen insanların bir çoğunun hayatında daha önce hiçbir savaş tecrübesi olmamasına rağmen meydanda birer savaşçı gibi davranmasıydı. Bu günlerde sokağa inen insanlar normal hayatlarında akşam çayını demleyip televizyonda dizisini izleyen, sabah kalkıp işine gücüne gidin insanlardı. Yani hepimiz gibiydiler. Oysa o günün yarattığı infialle içlerinden bir çoğu ölüme meydan okuyan gerillalar oluverdiler. Gezi Parkında TOMA’ nın önüne yatıp ezilen bir genç, polislerin üzerine öldüresiye saldıran kalabalık ve onların üzerine öldüresiye saldıran polisler. Kobani olaylarında elinde uzun bıçaklar ve molotof kokteylleri, belinde tabancalar ile kolluk kuvvetlerinin mahallelerine sokmayan, ateş açan kişiler ve karşılarında sokağı alabilmek için günlerce çatışan Özel Harekat Polisleri. 15 Temmuz’da askerlerin boğazı kesen, tankın üzerinde ellerini kaldırıp teslim olduğunu söyleyen askerin kafasına kaldırım taşı atan, tankları durdurmak ümidiyle paletlere kafasını sokanlar, kitapçıları (kayyum atanan) yağmalayıp kitapları yırtan her biri ötekinden öfkeli kalabalıklar. Yine 15 Temmuz’un karşı hattında Meclis binasına savaşta kullanılan uçak mermileri atış yapan, sivillerin üzerine gerçek mermiler sıkan, TRT binasını basan ve bildiri okutan Fetullahçı askerler. Bu adamların hiçbiri bize uzak değil. Sınıfımızda, iş yerimizde, otobüste yanımızda, bankada iki sıra önümüzdeler.
Burada görüldüğü gibi aslında sakin insanların toplumsal bir infial anında ne kadar radikalleştiğini umarım anlatabilmişimdir. Dikkat edilmesi gerek bir diğer nokta ise Gezi Parkı olaylarına katılan grupları kabaca ve gayr-i hakiki bir şekilde ”solcu” olarak niteleyebilirken, 15 Temmuz olaylarına katılanları da aynı şekilde ”sağcı” olarak niteleyebiliriz. Kobani olayları ise ”Kürtçü” diyebileceğimiz gruplarca gerçekleştirilmiş bir dizi eylemdir. Ancak toplumda şu göze çarpıyor ki, Gezi Parkında TOMA’ lar ile karşı karşıya gelen kalabalık ile 15 Temmuz’da tanklar ile karşı karşıya gelen kalabalık birbirini yok etmek istiyor. Türkiye’nin yarısı Erdoğan için canını feda edecekken diğer yarısı Erdoğan’ı öldürmek için canını feda edecek durumda. Mevzu bahis olaylar ise grupların birbirine karşı bilendiği ve sahada tecrübe kazandığı büyük infial anları.
Böylesine gergin bir durumda iç-savaşın çıkmasının yakın olduğunu bilmek için kahin olmaya ve sihirli küreye bakmaya gerek yok. Sadece beyin sahibi olup topluma bakmak kafi olacaktır. Ancak inatla beyinlerini kullanmayıp, topluma değil de koltuğuna bakan siyasetçilerimiz bu durumu görmüyorlar. Hatta 15 Temmuz sonrası bir bakan ”sivil silahlanmanın önü açılmalı” gibi tabiri imkansız bir şeyler sayıkladı. Bunu söylemek için uzaylı olmak gerekir. Acaba kendisi Türk toplumu arasında hiç mi vakit geçirmedi samimi merak ediyorum. Hangi gezegende yaşıyor da bize bu denli Fransız kalmış acaba çok merak konusu… Size bir anımı zikredeyim;
Bir gün okuldan dönüyordum, sokakta 10 kadar akranımın 1 çocuğu sıkıştırıp feci dövdüğüne tanık oldum. Kavgayı ayırmak için teşebbüslerim sonuçsuz kalınca bitene kadar bekledim. Daha sonra kavgayı kazanan kalabalık gruba olayın ne olduğunu sordum. Cidden çocukları neden bu kadar dövdüklerini merak ediyordum. Meğersem bir çocuk diğerine bakmış, diğer çocuk ”ne bakıyorsun lan” demiş. Sonra öteki gidip arkadaşlarını toplamış ve çocuğu dövmeye karar vermişler…
Sokakta o, ona baktı diye, trafikte o, ona korna çaldı diye, İnstagram da o, onun kız arkadaşına mesaj attı diye, yolda o, ona omuz attı diye kavga eden bir toplumda ”sivil silahlanmanın önü açılmalı” açıklamasını yapmak nasıl bir saçmalıktır? Böylesine bir toplum ve böylesine gergin geçen bir yüzyılda sivil silahlanma ne kadar büyük kıyım getirir? Memleketi GTA5’e mi çevirmek istiyorsunuz sayın devlet büyüklerim?
Şaka bir yana siyasallar sorumluluk bilinci ile hareket etmiyor, edilmediği gibi iyice bu gergin ortamı körüklüyor. Ülkü Ocakları Genel Başkanı Olcay Kılavuz’un Başkanlık Referandumunda ”hayır” oyu kullanan tabanına tehditkar mesajlar vermesi, Erdoğan’ın ”hayır” oyu kullanacakları 15 Temmuzdaki terör kalkışmasının yanında olmakla itham edişi, Kılıçdaroğlu’nun Anayasa değişikliğine ”evet” diyenleri ihanet ile suçlaması, Sedat Peker adlı mafya babasının aklanıp paklanıp AKP muhaliflerine tehditler savurması, AKP Manisa teşkilatının yöneticilerinden bir şahsın ”Evet çıkmazsa iç savaşa hazır olun” sözü ve daha neler neler…
Medya ise işi farklı bir boyuta taşıyor. Özellikle A-Haber televizyonunda Ertan Tan adlı bir provokatör toplumun Erdoğan karşıtı kısmına adeta yasa dışı bir iş yapıyormuş muamelesi yapıyor. Akit Tv ”hayırcı provokasyon” diye sıkı bir linç kampanyası yürütüyor. Zaten bir çok televizyon kanalı yaptığı yayınlarla Erdoğan karşıtlarını teröristler ile aynı kefeye koyuyorlar, hani şu beraber el ele tutuşup ”megri megri” dedikleri teröristler… Hani şu Türkçe Olimpiyatlarında (Fetullahçıların organizasyonu) ”yeni bir dünya kuruyoruz” dedikleri teröristler… Hani şu Davutoğlu’nun ”öfkeli sünni gençler” dediği teröristler…
Velhasıl görünen köy kılavuz istemez. Türkiye Meclisinde insanların birbirine şişe attığı, yumruk attığı, kürsüyü kırdığı, dün vekil olanın ertesi sezon ”terör örgütüne üyelik” suçuyla tutuklandığı bir acayip memleket. Bir ülke düşünün ki ülkenin en önemli karar organının üyeleri terör örgütü üyesi çıkıyor.
Onlar yeni öyle çıkmıyor da, bizim akıllılar şimdi keşfettiler belki.
Unutmayınız ki ”bu memleket bizim”, ve başka bir ülke yok. Binlerce yıl oluk oluk kan ile beslediğimiz bu topraklardan başka yaşamımızı idame ettireceğimiz herhangi bir yer yok. Bakın Suriyeli mültecilere. Ülkeleri terör örgütlerinin, radikallerin, diğer devletlerin hesaplaşma arenası oldu. O ülkenin asıl sahipleri olan Suriyeliler ise tüm dünyaya rezil oldular. Namusları, şerefleri, paraları hiçbir şeyleri kalmadı. Daha düne kadar sizin şuan yaptığınız gibi evlerinde emniyette iken bir anda kendilerini Yunanistan’ın tuzlu sularında boğulurken, Macaristan’ın ovalarında tekmelenirken, Ukrayna sınırında kurşunlanırken, Türkiye sınırında bir tas çorba için saatlerce beklerken buldular.
Daha düne kadar komşuları ile güzel güzel vakit geçirdikleri apartman şuan da kim bilir hangi IŞİD militanın nişangahı, kim bilir hangi ÖSO birliğinin füzelerine ev sahipliği yapıyor oturma odaları, kim bilir hangi Esad pilotu bombayı bırakıp havaya uçuracak zaten harabe olmuş apartmanı. Kim bilir belki şuan bir zamanlar insanların şakalaştığı, gezip tozduğu, alışveriş yaptığı hangi caddeler şuan YPG’ nin zırhlı araçlarının güzergahı oldu. O meşhur AVM’lerin içinde şuanda hangi örgüte bağlı militan kanlar içinde can veriyor acaba? Düğün konvoylarını geçtiği, mutlu insanların asfaltını ezdiği otoyolları şuan hangi tank paletleri eziyor, hangi ABD uçakları bombalıyor?
Belki şuanda daha düne kadar Irak’ta falanca köyde yaşamını sürdüren çobanların onlarca yıl boyunca koyunlarını otlattığı tepe Fırat Kalkanı Operasyonunda üzerinde komutanların tartıştığı ve ele geçirmek istediği stratejik bir mevkidir. Daha düne kadar insanların Musul’da oturup kahve içtiği, muhabbet ettiği hangi kahvehanenin sokağı şuan Irak Ordusu ile IŞİD’in hesaplaşma arenası? Hangi ünlü iş merkezi şuan da Haşd-i Şabi militanlarının mevzisi?
Onlarda rahat rahat yaşamlarını sürdürüyorken, petrol zengini ülkelerinin bu hale geleceğine ihtimal vermiyorlardı. Oysa şimdi hiçbir şeyleri kalmadı. Bırakın o eski güzel arabaları, lüksleri evleri sadece bir akşam yemeğine muhtaç hale geldiler. Oysa ”Arap Baharı” adıyla başlayan protestoların bu noktaya geleceğini kim tahmin edebilirdi ki?
İbret alın… İbret alın… İbret alın…
Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Ukrayna… Sıradaki ülke Türkiye olmasın. Bir sabah uyandığımızda güne iç-savaşla başlamayalım. Bunun önlemek için parti liderleri, millet vekilleri, basın mensupları, sanatçılar, yazalar, STK’lar ve millet olarak herkesin taşın altına elini koyması gerekiyor. Unutmayalım ki ”fertler ölür, milletler yaşar”. Şahsi kaygılar yerine önceliğimiz vatan olduğu sürece ne Kürtçü terör, ne İslamcı terör, nede bir başkası Türk Milletini yenemez. Terör örgütlerinin kök salmasına ve kutuplaşmış çevrelerin iyice savaş ortamına girmesine engel olunmalı. Radikal oluşumlara ve bölücü oluşumlara yoğunlaşmalı, fırsat bulmalarına müsaade etmeden yılanın başı ezilmeli. Sıkı ve ciddi çalışmalar yapılsa meyvesini toplamak çok zaman almayacaktır. Yeter çalışmalar sıkı ve ciddi olsun. AKP’liler devlet kadrolarını kanser etmekten vazgeçmeli ve iş bilen kişilere yetki vermeli. Tavsiyemiz budur yoksa 2023 yılında Lozan hakikaten bitecek ve Sevr yürürlüğe konulacak. O zamanda çıkar derler ”hayaldi gerçek oldu”…
”Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız! Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız! Bunda da muvaffak olacağımıza hiç şüphem yoktur. Çünkü Türk Milletinin karakteri yüksektir. Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir! Çünkü Türk Milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir”
-Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk