Ana Sayfa Genel Kadına Şiddet

Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Kavramının Nedenleri ve Yansımaları
Kadına yönelik aile içi şiddetin önemli bir kaynağını, toplumun erkek egemen yapısı
oluşturmakta ve erkek egemen toplumların toplumsal, siyasal,
geleneksel, hukuksal ve ekonomik yapıları aile içi şiddeti beslemektedir. Kadının ayrımcılığa
uğraması ve boyun eğen tavırlar göstermesine yönelik duyulan beklenti, zamanla bu sorunun kuşaktan
kuşağa aktarılmasına, kültürel norm ve değerler ile güçlendirilmesine ve adeta meşrulaştırılmasına yol
açmaktadır. Bu yapı içerisinde erkeğin kadına göre üstün bir konuma sahip olduğunun ve alınacak
kararlarda kadına nazaran daha çok söz sahibi olması gerektiğinin doğal kabul edilmesi sonucunda da,
kadına yönelik aile içi şiddetin arttığı görülmektedir. Erkeğin özgüvensizliği, tolerans eksikliği, aşırı
alkol tüketimi, yaşadığı ekonomik sıkıntı, işsizlik, çocukluğunda dayak olayına şahit olması veya
bizzat yaşaması gibi çeşitli etmenler de kadına yönelik aile içi şiddetin giderek artmasının başlıca
nedenleri arasında yer almaktadır. Bununla birlikte kadının şiddete boyun eğişi, fiziksel güç ve zor
kullanımını hoşgörü ile karşılaması da aile içi şiddetin giderek daha çok yaygınlaşmasına yol açan
önemli faktörler arasında kabul edilmektedir. Özellikle duygusal açıdan katı bir aile ortamında yetişen,
pasif eğilimler göstermeye alışkın bir kadın sosyal açıdan kendini yalnız hissetmekte, uğradığı şiddetin
tüm evliliklerde var olduğunu düşünmekte, şiddetten kendini sorumlu tutmakta, saldırganın
düzeleceğine ilişkin inancını yitirmemekte, itaatkâr olmayı sürdürmekte ve böylelikle şiddetin artarak
sürmesine bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar da
göstermektedir ki şiddetin kuşaklar boyu sürmesinin, çocukların sosyal öğrenme yolu ile ailedeki
şiddet davranışlarını benimseyerek rol model olarak almasının ve çocuğun eğitiminde de dayağın
yaygın olarak kullanılmasının şiddetin artmasında önemli bir payı bulunmaktadır. Bu nedenlere ek olarak, sosyal destek ve hizmetlerin eksikliği, yeterli aile desteğinin olmaması,
empati azlığı, katı bir düşünce yapısına sahip olunması gibi faktörler de aile içi şiddetin ortaya
çıkmasında etkili olmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından kadına yönelik şiddetin boyutlarının, kadınların sağlık
statüsü üzerindeki etkisinin, nedenlerinin ve kadına yönelik şiddet ile başa çıkma yöntemlerinin
saptanması için Bangladeş, Brezilya, Ethopya, Peru, Nambia, Sırbistan ve Japonya gibi birçok ülkede
yürütülen çalışmanın sonucunda, kadınlara eşleri tarafından özellikle fiziksel ve cinsel şiddetin
uygulandığı ortaya çıkmıştır. Kadınlara göre, ev işlerinin yapılmaması, cinsel ilişkinin kabul
edilmemesi, eşe itaat edilmemesi ve güvenilmez olunması erkeğin kadına uygulayacağı fiziksel
şiddetin temel nedenleri arasında yer almaktadır. Kadınların maruz kaldıkları fiziksel şiddetin kadın
sağlığı üzerindeki yansımaları incelendiğinde küçük (morluk, sıyrık, kesilme) ve ciddi (kemiklerin
kırılması, gözlerin ve kulakların yaralanması) yaralanmalar şeklinde bir sınıflandırmanın yapıldığı
görülmektedir. Araştırma sonucunda ulaşılan bir diğer bulgu da, eş şiddetine maruz kalan kadınların
bu durumu ailelerine ya da arkadaşlarına anlatarak, onların yardım etmesini beklemesi ve büyük
çoğunluğunun sağlık kuruluşları ya da polis gibi resmi makamlara başvurmayı tercih etmemesidir.
Şiddete maruz kalan kadınların bu durumu normal kabul etmesi, ciddiyetini kavrayamaması,
korkması, çocuklarını kaybetme endişesi bu yönde davranış göstermelerinin temel gerekçeleri arasında
yer almaktadır.
Türkiye’de kadına yönelik aile içi şiddetin nedenlerinin belirlenmesine ve soruna ilişkin çözüm
önerilerinin geliştirilmesine ilişkin yaklaşımlar incelendiğinde de, farklı çalışma bulgularına ulaşıldığı
ortaya çıkmaktadır. Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması sonuçları incelendiğinde, kadınlar yemeği
yakmanın, eşe karşılık vermenin, çocukları ihmal ederek yeterince ilgilenmemenin, cinsel ilişkiye
girmeyi kabul etmemenin, eşe haber vermeden dışarı çıkmanın kadına yönelik fiziksel şiddetin ortaya
çıkması için zemin hazırladığını düşünmektedir. Gerek kırsal gerekse kentsel alanda yaşayan kadınlara
göre çocukları ihmal etme fiziksel şiddetin en çok kabul edilen nedenidir. Aydın’da polis merkezlerinin ilgili birimlerinde yer alan 75 polis memurunun aile
içi şiddete ilişkin tavır ve düşüncelerinin, kadının şiddetten korunması sürecinde uygulamaya
yansıyacağı düşüncesinden hareketle gerçekleştirilen araştırma sonuçlarına göre şiddet, genellikle
fiziksel şiddet olarak algılanmaktadır. Erkek polislerin çoğunluğu dayak veya tokat atma gibi fiziksel
eylemleri şiddet tanımlamasına dâhil ederken, kadın polislerin çoğunluğu ise, fiziksel eylemlerin
yanında sözel ve duygusal eylemleri de şiddet olarak tanımlamıştır. Araştırma sonucunda elde edilen
bir diğer bulgu da; kadın polislerin %10’una karşılık, erkek polislerin %27,8’inin kadına yönelik aile
içi şiddetin haklı nedenlerinin olabileceğini düşünmesidir. Ankara, İstanbul
ve İzmir’de yaşayan 1070 evli kadın üzerinde yapılan bir başka araştırma sonucuna göre kadının ev
dışında çalışıyor olmasının, giyiminin kocası tarafından beğenilmemesinin, kocanın eşinin ailesi ile
görüşmesini istememesinin eşler arasında anlaşmazlığa neden olan konuların başında geldiği ve
erkeğin şiddet uygulamasındaki en önemli nedenin maddi sıkıntı olduğu ortaya çıkmıştır (İçli, 1994).
Ergöçmen ve diğerleri (2009) tarafından yapılan çalışmaya göre fiziksel şiddet yaşamış olan
kadınların %32’si erkeğin ailesi ile yaşanan sorunları şiddetin en yaygın nedeni olarak görmektedir.
Bunu %22’lik bir oranla maddi sıkıntı, erkeğin işsizliği, işe ilişkin yaşadığı problemlerin yer aldığı
ekonomik sıkıntılar takip etmektedir. Aile içi şiddetin oluşmasında etkili olan ve %21’lik bir orana
sahip olan erkek ile ilgili nedenler başlığı altında da erkeğin sinirli olması, kadını kıskanması, kadının
ihanetinden şüphelenmesi, erkeğin ayrılmayı düşünmesi, erkeğin dışarıda zaman geçirmek istemesi,
sorumsuz davranışları ve başka bir eşinin olması yer almaktadır. Kadınların %18’i kadın ile ilgili
nedenler, %13’ü de çocuklar ile ilgili sorunlar nedeni ile kendilerine yönelik şiddet uygulandığını
ifade etmektedir. Kadın ile ilgili nedenler daha çok kadının uygulanan şiddetten kendini sorumlu
tuttuğu durumlarda geçerli olmakta, kadının erkeğin sözünü tutmaması, cinsel ilişkiyi kabul etmemesi,
erkeği kıskanması, ev işlerini aksatması gibi nedenlerin bu durumun ortaya çıkmasında etkili olduğu
görülmektedir. Bu nedenlerin dışında erkeğin alkol kullanması, kumar oynaması ve kadını aldatması
da kadına yönelik aile içi şiddetin ortaya çıkmasına neden olmakta ve erkeğin kötü alışkanlıkları
başlığı altında yer almaktadır.
Aile içi şiddet gerek kırsal gerekse kentsel açıdan birçok kadının hayatını derinden etkilemekte ve
ruhsal sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır (İbiloğlu, 2012). Aile içi şiddetin kadının ruh
sağlığı üzerindeki etkisi şiddetin türü, süresi, ciddiyeti, başa çıkma mekanizmaları, sosyal destek
sistemi gibi birçok faktöre bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Başlangıçta şok hali ya da hissizlik
yaşanması şeklinde kendini gösteren şiddet olgusu, gelecekte de benzer duyguların yaşanması
düşüncesi ile yerini korkuya bırakmaktadır. Maruz kalınan şiddetin devam etmesi durumunda ise,
güvensizlik, umutsuzluk, çaresizlik, kontrolü kaybetme hissi, kendini suçlama ve benlik saygısında
düşme gibi olumsuzluklar da ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar, şiddet gören
kadınların Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) yaşadıklarını ortaya çıkarmış ve bu durumun
şiddete bağlı olarak görülen bir diğer olumsuz yansıma olduğuna dikkat çekmiştir. Bununla birlikte
aile içi şiddete maruz kalan kadınların intihar girişiminde bulunma, alkol ve madde kullanımında artış
gibi olumsuz davranışlar sergiledikleri de görülmektedir. Kadına yönelik aile içi şiddetin yansıması
sadece ruhsal boyut ile sınırlı kalmamakta, medikal birtakım sonuçlara da yol açmaktadır. Buna göre
fiziksel şiddet sonucunda kırıklar, beyin zedelenmesi, yaralanma, ölüm, cinsel yolla bulaşan
hastalıklar, istenmeyen gebelikler, idrar yolu enfeksiyonları, yoğun baş ve sırt ağrıları, mide ve
bağırsak problemleri de yaşanabilmektedir (Page ve İnce, 2008). Hamilelik döneminde kadına yönelik
yaşanan aile içi şiddet ise, erken doğum, gelişmemiş bebek doğumu, ceninin zarar görmesi ya da
ölmesi şeklinde sonuçlar doğurmaktadır (Demir, 2000; Page ve İnce, 2008). Yaşanan tüm bu
olumsuzlukların doğal bir sonucu olarak şiddete uğrayan kadınların genel sağlık durumları
bozulmakta, yaşam kaliteleri giderek düşmekte ve sağlık hizmeti kullanım oranları da yükselmektedir
(Efe ve Ayaz, 2010).
TOPLUMUN KANAYAN YARASI: KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDET KAVRAMI VE YANSIMALARI
Aile içi şiddetin olası yansımaları sadece şiddete maruz kalan kadınlar üzerinde değil, bu
kadınların çocukları üzerinde de kendini göstermekte, şiddetin olduğu ailelerde büyüyen çocuklar,
sonraki yaşamlarında şiddet uygulayıcısı olma ya da şiddete maruz kalma gibi bir dizi ruhsal ve
davranışsal sorunlar yaşamaktadır. Çocukların arkadaşları ile yakın ve olumlu ilişkiler kurmakta
zorlanması, saldırganlık davranışlarında artış görülmesi, okulda sorunlar yaşaması, evden kaçmayı
düşünmesi, özgüven eksikliği, öfke ve mizaç problemleri, isteksizlik, ümitsizlik, konsantrasyon
güçlüğü yaşaması da aile içi şiddetin olası diğer olumsuz yansımalarıdır (İbiloğlu, 2012). Ayrıca
şiddetin yaşandığı ailelerde yetişen çocukların uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, intihar girişimi, yasa
dışı davranış eğilimi gösterdikleri de ifade edilmektedir (Demir, 2010).

Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete İlişkin Çözüm Önerileri
Halk sağlığı açısından aile içi şiddetin önlenmesi için yürütülen girişimlerin birincil, ikincil ve
üçüncül önlemler şeklinde başlıca üç seviyede ele alınması söz konusudur. Buna göre birincil önlemler
problem ortaya çıkmadan önce müdahale etmeyi hedeflerken, ikincil önlemlerde soruna ilişkin ortaya
çıkan ilk belirtilerin görülmesine bağlı olarak, ortaya çıkma sıklığını azaltmak için girişimlerde
bulunulmaktadır. Üçüncül önlemler ise sorunun yaygın bir şekilde varlık gösterdiği ve zarar verme
boyutuna geldiği durumlarda harekete geçmeyi hedefleyen önlemlerdir. Aile içi şiddet konusunda
bilgilendirme için öğrencilere ve topluma verilen eğitimler birincil, belirli risk gruplarını (kız
arkadaşına şiddet uygulayan gençler) hedef alan programlar ikincil, aile içi şiddetin uygulandığı
bireylerin, uygulayanlara verilecek cezaların, şiddete maruz kalanlara yönelik tedavi şekilleri ile
yardım imkânlarının belirlenmesini temel alan programlar da üçüncül önlemlere örnek teşkil
etmektedir (Page ve İnce, 2008).
Kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi açısından mahkemeler, polis, sağlık sektörü, sosyal
hizmet sağlayıcıları ve politika ile ilgilenen toplum kuruluşları gibi birçok kurumun uyum içinde
çalışması gerekmekte, sürecin çok yönlü ve karmaşık olarak kabul edildiği görülmektedir. Bu açıdan
bakıldığında, aile içi şiddetin kişinin fiziksel olarak yaralanması, aşağılanması, depresyon ve özgüven
eksikliği yaşaması, ekonomik yönden kısıtlanması gibi fiziksel, ruhsal ve ekonomik sonuçları
çerçevesinde ele alınması büyük önem taşımaktadır. Aile içi şiddet konusunda mücadele etmede belki
de atılacak ilk adım bu şiddet olgusunun toplum tarafından kınanması ve kabul edilmemesidir.
(İbiloğlu, 2012). Aile içi şiddete maruz kalan ya da risk altında bulunan kadınların bilinçlendirilmesi
ve böyle bir durum ile karşılaştıklarında başvuracakları kurumlar olduğu yönünde farkındalık
yaratılması da büyük önem taşımaktadır. Bu kurumlar; il sosyal hizmet müdürlükleri, sağlık
kuruluşları, polis merkezleri ve jandarma karakolları, cumhuriyet savcılığı, belediyelerin ve baroların
kadın danışma merkezleri ve adli yardım kurulları, kadın sivil toplum kuruluşları ve ALO 183 Aile,
Kadın, Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet danışma hattı şeklinde sıralanmaktadır. Öte yandan şiddete
maruz kalan kadının 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Türk Ceza Kanununda Aile İçi
Şiddet ve Medeni Kanun ve Aile İçi Şiddet konusundaki eksikliklerinin giderilerek, hakları konusunda
bilgilendirilmesi de göz ardı edilmemelidir (Aile İçi Şiddetle Mücadele El Kitabı, 2008).
Konuya ilişkin görüşler incelendiğinde dünya çapında sosyal bir problem olarak görülen kadına
yönelik aile içi şiddetin özellikle birinci basamak sağlık kurumlarında çalışanlar tarafından
tanımlanması ve müdahale edilmesi durumunda sıklığının, yaygınlığının azaltılmasının mümkün
olabileceği vurgulanmaktadır. Bu nedenle sağlık sorunları nedeni ile bu kuruluşlara başvuran
kadınlarda şiddete uğramış olduklarına dair ipuçlarına rastlanılması halinde, şiddete uğrayıp
uğramadıklarına ilişkin soruların sorulması büyük önem taşımakta ve bu durumun sorunun
aydınlatılmasına ilişkin fayda sağlayacağı düşünülmektedir. Bu amaçla gerek birinci basamak sağlık
kuruluşlarında gerekse hastanelerde konuya ilişkin sağlık kayıtlarının tutulması, hasta şikâyetlerinin
yanında, şiddet ile ilgili soruların sorulması ve şiddetin özelliklerinin belirlenmesi şiddeti önleme
girişimlerinin olumlu yönde sonuç vermesini sağlayacaktır (Ayrancı ve diğerleri, 2002). Bu
açıklamalardan da anlaşılacağı gibi sağlık çalışanları, kadına yönelik aile içi şiddetin ortaya
çıkartılması ve sorunun çözümüne ilişkin öneriler geliştirilmesi noktasında anahtar kişi rolündedir
(Grantz ve Garcia-Moreno, 2005).
Ebe ve hemşirelerin üstlenmiş oldukları rolleri gereği şiddet gören kadınların yasal hakları ve
çözüm yolları konusunda yapacakları bilgilendirme ve yönlendirmenin de aile içi şiddete uğrayan
kadının yaşam kalitesinin yükseltilmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Öte yandan kadınlar
tarafından kabul gören şiddet davranışının meşru sayılabileceği, sorun olarak görülmeyeceği ya da
çoğu zaman bir sorunun çözümünde başvurulacak bir araç olarak düşünülebileceği gerçeğinden
hareketle, kadınların şiddete ilişkin bakış açılarının değiştirilmesinin, yardım alabilecekleri hususlara
ilişkin farkındalık yaratılmasının da etkili olacağı ifade edilmektedir. Bunun için sağlık çalışanları etik
ve mesleki kodlar doğrultusunda hareket etmeli, şiddete maruz kalmış kadının mahremiyetini ve
güvenliğini sağlamalı, uygun veri toplamalı, profesyonellere yönlendirme, destek ve rehberlik
görevlerini üstlenmelidir (Dişsiz ve Şahin, 2008).
Kadına yönelik aile içi şiddet konusunda yürütülen diğer girişimlere bakıldığında, şiddetle
mücadelede büyük ölçüde feminist örgütlerin ve hükümet dışı kuruluşların da aktif olarak görev
aldıkları ortaya çıkmaktadır. Dünyada özellikle 1970’li yıllardan itibaren önem kazanan şiddet
sorununun, Türkiye’de 1980’li yılların ortalarından sonra tartışmaya açıldığı görülmektedir. Bu yönde
yürütülen faaliyetlerden ilki 17 Mayıs 1987 yılında gerçekleştirilen “Dayağa Hayır” yürüyüşüdür
(Dişsiz ve Şahin, 2008). 1990 yılına gelindiğinde Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’nın kurulması
sonucunda, şiddete maruz kalan kadınlara psikolojik ve hukuksal destek verilmiş, iş bulabilmeleri ve
meslek edinebilmeleri için yardım edilmiş ve en önemlisi kalabilecekleri güvenli bir ortam
sunulmuştur. Bu gelişmeleri 1991 yılında Kadın Dayanışma Vakfı ve Kadının Statüsü ve Sorunları
Genel Müdürlüğü’nün kurulması ve ona bağlı olarak 1994 yılında faaliyete geçen ve kadınlara yönelik
psikolojik ve hukuki hizmet veren Bilgi Başvuru Bankası izlemiştir. Başbakanlığa bağlı Sosyal
Hizmetler Genel Müdürlüğü bünyesinde yer alan Kadın Misafirhaneleri ile acil yardım hattı ve
danışmanlık sunan Kadın Dayanışma Merkezi (KATEM) de kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi
için yürütülen önemli diğer girişimler arasında yer almaktadır (Page ve İnce, 2008).
DSÖ tarafından da kadına yönelik şiddetin önlenmesi için birtakım önerilerin varlığına dikkat
çekilmiştir. Buna göre cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadın haklarının geliştirilmesi, kadınlara
yönelik şiddetin belirlenebilmesi için planlı eylemlerin yürütülmesi ve konuya ilişkin veri toplanması,
toplumun önde gelen liderlerinin şiddete karşı olduklarını göstermesi, şiddetin önlenmesine yönelik
birincil düzeyde önlemlerin alınması, kadınların güvenli olarak kalacakları fiziksel ortamlar yapılması,
şiddet gören kadının beklentilerine yanıt verecek düzeyde sağlık sektörünün yapılandırılması, şiddete
uğrayan kadınlara yönelik destek sistemlerinin güçlendirilmesi ve şiddetin ortadan kaldırılması için
gerekli olan yasal düzenlemelerin yapılması kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi sürecine olumlu
katkılar sağlayacaktır (World Health Organization, 2005 ).
Sonuç
Kadına yönelik aile içi şiddet yaygın bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmekte, sadece
fiziksel olarak değil, aynı zamanda cinsel, duygusal ve ekonomik yönden uygulanabilmekte, fiziksel,
psikolojik, ekonomik ve sosyal birçok yansıması bulunmaktadır. Şiddete maruz kalan kadınların
yaralanma, sağlık sorunları yaşama ve sağlık hizmeti kullanım düzeylerinde de artış görülmektedir. Bu
açıdan bakıldığında, çok boyutlu ve karmaşık bir olgu olarak kabul edilen aile içi şiddetin
önlenmesinde bu konuda faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların ortak hareket etmelerinin büyük
önem taşıdığı düşünülmektedir. Kadına yönelik aile içi şiddetin çözümlenmesinde faaliyet gösteren
politika belirleyicilerin, mahkemelerin, sağlık kuruluşlarının, polis ve sivil toplum örgütlerinin uyum
içinde çalışması, hem sorunun tespit edilmesini kolaylaştıracak hem de soruna ilişkin daha organize ve
bilinçli yaklaşımlar geliştirilmesine olanak sağlayacaktır. Bu gibi olaylar ile karşılaşılması durumunda
özellikle hekimin tavrının belirleyici ve yönlendirici olduğu ve sorunun ortaya çıkmasını sağlayacağı
gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Aile içi şiddete maruz kalan kadının öncelikle fiziksel, sonrasında da
duygusal yaralanmalarına çözüm aranmalı ve kendisine yardımcı olabilecek bir kaynağın varlığına
ilişkin bilgilendirme yapılarak güven ortamı yaratılmalıdır.
TOPLUMUN KANAYAN YARASI: KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDET KAVRAMI VE YANSIMALARI
Kadına yönelik aile içi şiddet kavramının insan onuruna yapılan bir saldırı ve temel insan hakları
ihlali olarak kabul edildiği gerçeği göz önüne alındığında, kadınların aile içi şiddet türleri ve şiddete
maruz kaldıkları zaman yapmaları gerekenler ve yasal düzenlemeler konusunda
bilinçlendirilmelerinin, şiddetin önlenmesi konusunda önemli bir yere sahip olduğu düşünülmektedir.
Kazandığı bu bilinç ve farkındalık sayesinde aile içi şiddete maruz kalan kadının bunu alınyazısı
olarak değerlendirmekten vazgeçerek çözüme ilişkin oluşturulan sürece katkı sağlayacağı
öngörülmektedir. Kadınların devlet korumasına alınması, yalnız olmadıklarının hissettirilmesi,
yaşayacakları ortam ve geçimlerini sağlayacakları imkânlar sunulması, sağlık kuruluşlarında muayene
ve tedavi olmalarına ilişkin düzenlemelerin iyileştirilmesi, şiddet uygulayan kişilere verilen cezaların
ağırlaştırılması da şiddet sorununa yönelik mücadelede yürütülecek faydalı diğer adımlar arasında yer
almaktadır. Ayrıca aile içi şiddete ilişkin olarak toplumsal farkındalık yaratılmasının, her şeyin şiddet
ile çözümlenemeyeceği bilincinin çocukluktan itibaren kazandırılmasının, medya ve diğer kitle
iletişim araçlarında kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi amacı ile yayınlar yapılmasının da etkili
sonuçlar doğuracağı düşünülmektedir. Aile içinde iletişimin geliştirilmesine, öfke kontrol becerisinin
kazandırılmasına yönelik olarak verilen psikolojik desteğin de sorunların çözümlenmesi sürecine katkı
sağlayacağı ve bireylere olumlu bir bakış açısı kazandıracağı gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Kaynakça:
Aile İçi Şiddetle Mücadele El Kitabı. 2008. T.C. Başbakanlık Kadının Genel Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara.
Aksoy, E., Çetin, G., İnanıcı, M.A., Polat, O., Sözen, Ş., Yavuz, F. 2013. Aile İçi Şiddet. Adli Tıp Ders Notları.
http://www.ttb.org.tr/eweb/adli/6.html (Son Erişim: Kasım 2013).
Ayrancı, Ü., Günay, Y., Ünlüoğlu, İ. 2002. Hamilelikte Aile İçi Eş Şiddeti: Birinci Basamak Sağlık Kurumuna
Başvuran Kadınlar Arasında Bir Araştırma, Anadolu Psikiyatri Dergisi, (3), ss.75-87.
Demir, Ü. 2000. Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 3(1),
ss.57-61.
Demiriz, G., Ezgin, S. 2009. Aile İçi Şiddet, Hukuksal Düzenlemeler ve Bu Düzenlemelerin Uygulanmasında
Polisler. VI. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın.
Dişsiz, M., Şahin, N.H. 2008. Evrensel Bir Kadın Sağlığı Sorunu: Kadına Yönelik Şiddet, Maltepe Üniversitesi
Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, 1(1), ss.50-58.
Efe, Ş.Y., Ayaz, S. 2010. Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Kadınların Aile İçi Şiddete Bakışı, Anadolu
Psikiyatri Dergisi, (11), ss.23-29.
Erbek, E., Eradamlar, N., Beştepe, E., Akar, H., Alpkan, L. 2004. Kadına Yönelik Fiziksel ve Cinsel Şiddet: Üç
Grup Evli Çiftte Karşılaştırmalı Bir Çalışma, Düşünen Adam, 17(4), ss.196-204.
Ergöçmen, B.A., Üner, S., Abbasoğlu, A., Gökçen C. 2009. Kadınların Aile İçi Şiddetle Mücadelesi. Türkiye’de
Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara, s.83-99.
Güler, N., Tel, H., Tuncay, F.Ö. 2005. Kadının Aile İçinde Yaşanan Şiddete Bakışı, Cumhuriyet Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dergisi, 27(2), ss.51-56.
İbiloğlu, A.O. 2012. Aile İçi Şiddet, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4(2), ss.204-222.
İçli, T.G. 1994. Aile İçi Şiddet: Ankara-İstanbul ve İzmir Örneği, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dergisi, 11(1-2), ss.7-20.
Krantz, G., Garcia-Moreno, C. 2005. Violence Against Women, Journal of Epidemiology and Community
Health, 59, ss.818-821.
Özmen, S.K. 2004. Aile İçinde Öfke ve Saldırganlığın Yansımaları, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, 37(2), ss. 27-39.
Page, A.Z., İnce, M. 2008. Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme, Türk Psikoloji Yazıları, 11(22), ss.81-94.
Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2013. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara.
http://www.hips.hacettepe.edu.tr/TNSA_2013_ana_rapor.pdf (Son Erişim: Mart 2015).
Vahip, I., Doğanavşargil Ö. 2006. Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız, Türk Psikiyatri Dergisi, 17(2),
ss.107-114.
World Health Organization. 2005. WHO Multi-country Study on Women’s Health and Domestic Violence
Against Women Summary Reaport: Initial Results on Prevalence, Health Outcomes and Women’s
Responses.

0 Yorum

Yorum Yap