Ana Sayfa Genel Hablemitoğlu’nun Nezdinde

Hablemitoğlu’nun Nezdinde

0 Yorum 1098 Görüntülenme

15Hablemitoğlu’nun Nezdinde…

Profesör Doktor Necip Hablemitoğlu, 28 Kasım 1954 tarihinde Ankara’da doğmuştur. Aktif Emniyet Genel Müdürü Selami Altınok ve eski emniyet genel müdürleri Mehmet Celalettin Lekesiz, Mehmet Kılıçlar ve Mehmet Ağar gibi bir Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. Mezun olduğu yıl, iki sene  yayımlanacak olan “Dilde Fikirde İşte Birlik” aylık dergisini piyasaya sürmüştür.

1978 yılında dergi yayınına son vermiştir. Bununla bağlantılı olmak üzere kaleme aldığı arşiv, 2002 yılında “Gaspıralı İsmail” adı ile kitap olarak yayınlanmıştır. Kitapta, Gaspıralı’nın Rusya’daki Panslavist görüşün ağırlığı, bu görüşün ve asimilasyon politikasının soydaşlarımıza tesiri hususundaki fikirlerinden bahis açılmıştır. Bunun yanında Gaspıralı’nın Osmanlı’daki dil politikasına karşın düşüncelerine yer verilmiştir:

“Gaspıralı, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” yaklaşımının, belki de üzerinde durulması en önemli boyutu Türk dili üzerine de yoğun çalışmalar yapmıştır. Tumturaklı/ağdalı Osmanlıca’yı beğenmemekle birlikte, onun sadeleştirilmiş biçiminin, Türkler için genel bir yazı dili olarak kabulünü ileri sürmekteydi. Kırımlı filolog Prof. Bekir Çobanzade, Gaspıralı‘nın “Genel Türk Dili” üzerine çalışmalarını üç bölümde ele almıştı: “Türkçe’den mümkün mertebe, yabancı dil ve kurallarını çıkarmak, okur yazarlar tarafından anlaşılmayan Arapça ve Farsça deyimleri kaldırmak, her şivede pek kaba olmayan mahalli kelimeleri Türk tasrifine (dil bilgisine) uydurarak kullanmak.” Bu konuda, Kazan Türkleri’nin yabancı dillerin etkisiyle artan oranda bozulmasına şöyle tepki göstermiştir: “Kazanlılar kendi dillerine çuvası Morduva lûgatlarını karıştırmaya alışkındırlar, halbuki alaca bulaca dil olmaz, alaca bulaca iş olmaz.. Rakı içeceksen apaşikârane gerek, selam kelam oldukta, “Kak pojivay” ne gerek? Öründe akça oldukta gayre nimet ne gerek? Lügat-ı Türkî oldukta, gayri lügat ne gerek?” 1881’de çıkardığı Kamer dergisinde de Gaspıralı, Türk dilinin arınması konusunda şunları söylüyordu: “Bütün eserlerimiz mümkün olduğu kadar Türk diliyle yazıp Arabi, Farsi ve gayri lügatlardan kaçarız ki, alim olmayan adamlar dahi yazdıklarımızı okuyup anlasınlar” Gaspıralı İsmail, Arapça, Farsça kırması Osmanlıca’nın ‘alim olmayan adamlar’ca anlaşılmadığını biliyordu ve yabancı sözcüklerin Türkçe’den olabildiğince çıkarılması için, Tercüman örneğinde uygulamasını son derece yetkin yaptığı gibi, büyük çaba göstermiştir.”

(Gaspıralı İsmail, Necip Hablemitoğlu,2006, Birharf Yayınları)

Hablemitoğlu’nun Türkçü fikre olan yatkınlığı, lise yıllarından beri gelmektedir. Gaspıralı hakkındaki eseri de lise yıllarındaki araştırmalarının meyvesi niteliğindedir. 1969 yılından önce vuku bulan CKMP hadisesi de Türkçü fikirde halis olduğunun kanıtıdır. Kendisi, MHP’nin öncülü olan CKMP’ye milliyetçi duygularla girmiş, yıllar sonra şu sözleri ifade etmiştir:

“İma ettikleri gibi hayatımın hiçbir döneminde solcu olmadım. Komünist emperyalistlere mücadele kapsamında yayınlarım var. Samimi bir Müslüman olmakla her zaman gurur duydum. CKMP döneminde Türk milliyetçilerini iğfal amacıyla ortaya atılan Türk-İslâm sentezi gibi temelsiz, yapay, saçma ideolojiye karşı çıktığım; okulumda Ötüken dergisini sattırdığım için Atsızcı suçlamasıyla bu partiden ihraç edildim. 1970’den bu yana Türkçülüğün siyasal partisi olmayacağına dair inancımı muhafaza ediyorum. Türkçü ümmetçi olmaz ama samimi dindar olabilir. Sözlerim ve eleştirilerim bugüne kadar dindar ve biraz da milliyetçi görünerek Türk milliyetçilerini iğfal etme alışkanlığını sürdüren ümmetçi, şeriatçı şarlatanlara, üçkâğıtçılara, ahlâksızlara, şaklabanlara.”

CKMP ve Türk-İslam sentezi hakkındaki sözleri, şöyle devam etmektedir:

“Fethullahçı bataklığını en fazla geliştiren ise, başta M.H.P olmuştur. Türk-İslâm sentezi adı altında uydurulan yapay ideoloji, Türk sağındaki Türklük bilincini yoketme pahasına siyasal ümmetçiliği ön plana çıkarmıştır. Müridin şeyhi dururken siyasal bir lidere saygı duyamayacağını, bağlanamayacağını kestiremeyen kısır politikacılar, fethullahçı ve benzeri yapılanmalara gaflet içinde yataklık etmişlerdir. Bunun sonucunda, ortaya çıkan manzara: Türklük düşmanı hizbullahçı militanlarla, dar-ül harpçilerin, kaplancıların, Nizam-ı Alem Ocakları ya da Ülkü Ocakları mensuplarının aynı sloganları atmaları; benzer söylemleri paylaşmalarıdır. Bir başka örnek vermek gerekirse, Türklük bilincinin tarihi ocağı olan Türk Ocakları, hocaefendilerinin(!) yayınlarının dağıtımını yapmak, kendisini “yılın adamı” seçmek, Türk Dünyasını cemaate dahil etmek gibi sapkın bir misyon üstlenmiştir. Kısaca, Washington’un erleri, kendilerine modern alp-erenler, Horasan erleri yakıştırmasında bulunarak Türk sağını iğfale devam etmektedirler… ”

Bu görüşlerin sahibi Hablemitoğlu, 1982 yılında Ankara Üniversitesi ‘nde doçent doktor öğretim görevlisi sıfatıyla Atatürk İlkeleri ve Devrim dersleri vermeye başlamıştır. Vefatına kadar sürecek olan bu yirmi yıllık dilimde birçok eser de kaleme almıştır. Bunların arasında “Sovyet Rusya’da Devlet Terörü” adı ile yayınlanmış olan çok önemli bir derleme de mevcuttur. Sosyalizmin gerçek yüzünü, hiçbir şeyin bugün sosyalistlerin anlattığı kadar -tabiri caizse- güllük gülistanlık olmadığını bir defa daha gözler önüne sermiştir.

Necip Hablemitoğlu isminin asıl kırılma noktasını teşkil eden iki kitap mevcuttur. Bunlardan birincisi, Hablemitoğlu’nun 2001 yılında yayına sürdüğü “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabıdır. Kamuoyunda yankıları geniş ve tesirli olmuştur. Bergamalıları Alman Vakıfları’nın siyanürle altın aramasına karşın direnişe sürüklediği iddia edilmiştir. Buradaki mesele, -kibar olacaksak-trajikomik sıfatından daha uygun bir şekilde açıklanacak bir mesele değildir. Siyanürün ilk kullanımı 1860’lı yıllara kadar dayandırılmaktadır. Özellikle altın ve gümüş madenlerinin aranmasında kullanılır. Madencilik sektörünün bilinen firmaları siyanürün zararsız olduğunu iddia etse de kullanıldığı bölgede toprağa, suya ve besin maddelerine karışıyor oluşu, yadsınamaz bir gerçektir. Özellikle altın madeninin aranması sırasında cevherden çok atığın ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu atıklar insan vücuduna bir şekilde tesir ettiği anda, ölüme varana dek birçok hastalığa sebep olduğu bilinmektedir. Direnişe sebep oldu mu, olmadı mı bilinmez; Alman Vakıfları’nın bu acımasızlığına, yanı sıra bu hususta devletin ve kamuoyunun duyarsızlığına karşı kesinlikle önemli ve doğru bir noktaya, keskin bir şekilde değinmiştir.

Bu eseri, suikastinin sebeplerinden birisi olarak gösterilmektedir.

İkinci kitap vefatından sonra çıkarılan “Köstebek” isimli kitabıdır. 16 Temmuz 2016 tarihi itibariyle, kitabı elinize aldığınızda darbe girişiminde kimlerin bulunmuş olabileceğinin tespiti konusunda hâlâ garanti bir rehber olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Ayrıca gözyaşı çorbalara karışan birtakım isimler dışarıda rahatça dolaşabilirken blu çağına henüz ermekte olan gençlerin tutsak edilmesine de böylelikle mani olunabilecektir.

Öldürülmeden evvel defalarca kez televizyon programlarında bu meseleleri bas bas bağıran Hablemitoğlu, 18 Haziran 1999 tarihinde yine bir TV programında Fetullahçı Terör Örgütü’nün devlet kademelerine sızıyor oluşunu konuşan, konuşarak hayatı kararan altı kişiden birisidir. Moderatör Ali Kırca kaset mağduru olmuştur. Diğer isimlerden Kemal Yavuz, Türkan Saylan ve Gülseven Yaşar; 2007’de temelleri atılan Ergenekon Davası’nın sanıkları olmuşlardır. Programda Fetullah Gülen’e ait, “Adliye, Mülkiye veya başka bir hayati müessesede (TSK’yı kastediyor) arkadaşlarımızın mevcudiyeti, bizim garantimizdir. İstikbale yürümek için sistemin püf noktalarını keşfedin.” sözlerinin ifade edildiği bir video klip yayınlanmıştır. Yine trajikomik bir mesele olacak ki, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekten darbe yapacak olan kesime batan, onların kuyusunu kazmakla müseccel olan kim var ise Ergenekon Davası’nda darbeci sıfatıyla yargılanmıştır. 2002 yılında görülecek olan Fetullah Gülen Davası’nda delil olarak öngörülen dosyaların müellifi Hablemitoğlu, bu davada görüşüne başvurulması kararlaştırılan en önemli isimdir. Fetullah Gülen Davası iddianamesinin hazırlanış sürecinde çok büyük bir fiyasko yaşanmıştır: Davanın sorumlusu, Hablemitoğlu ile dava hususunda dirsek teması içerisinde olan DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in 3 Haziran 2002 tarihinde “tesadüfen” yapılan bir aramada Rus bir kadınla çıkan video kasedi, DGM’den ayrılmasına sebep olmuştur. Olay manşetlere “Bir Gecelik Zevk Uğruna” başlığı ile taşınmıştır.

Bir gecelik zevk uğruna… Öyle ya, o zaman bu skandal olay yaşanmamış olsa idi, 15 Temmuz 2016 tarihine kadar muhtemelen FETÖ devlet kademelerine sızamamış olacak, devletimizin noksansız(!) bekâsına zeval gelmeyecekti.

Takip eden süreçte Hablemitoğlu önüne çıkan engellere rağmen dik ve vakur bir Türkçü duruşu sergileyerek hazırladığı Köstebek eserinde “Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete ve mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürk’ün manevi mirasçısı olarak ‘evet, değer’ diyorum. Çünkü Türküm ve başka Türkiye yok!” sözlerini ifade etmiştir.

FETÖ’ye karşı attığı ilk adımda DGM Savcısına komplo kurulmuş, ikinci ve çok sağlam olan adımında ise evinin önünde, arabasında sol gözüne tek kurşun sıkılarak şehit edilmiştir. Olayın reçetesini Almanlara da isnat edenler mevcuttur ancak bu ihtimalin uzak oluşuyla birlikte, Hablemitoğlu’nun suikasti hususundaki davanın, üzerinden geçen 16 yıla rağmen halâ hazırlık sürecinde oluşu da bambaşka bir ayıptır. Bunun yanında, İçişleri Bakanlığı’nın Hablemitoğlu ailesine 40.000 TL tazminat ödediği de başka bir şaşırtıcı olaydır.

Yüzleşmemiz gereken gerçek, Türkçü Şehit Hablemitoğlu’nun FETÖ tarafından öldürüldüğü ve sonrasındaki 14 yıl boyunca bu gerçeği su yüzüne çıkaracak bir araştırmacının bulunmayışının sonucunda yaşanan 15 Temmuz olaylarının vahametidir. Türkçüler çok evvelden bu olayların yaşanabileceğini Türkiye kamuoyuna sunmuştur. Hablemitoğlu’ndan yola çıkarak bu uğurda Türkçüler şehit dahi vermişlerdir. 15 Temmuz’da yaşanan her ne ise; ihanet, dalalet, her ne ise, bu elim olayda elleri en temiz olan insanlar Türkçüler’dir.

Köstebek kitabının ön kapağında yer alan Mahmut Esat Bozkurt’un “Cumhuriyet savcıları; Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanlarından tutunuz da, bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından siz sorumlusunuz.” sözlerini hatırlatarak kitabın ilk baskısında “Yayınevi Önsözü” başlığı altında Hayri Bildik’in, Türkçü Hablemitoğlu’nu Uğur Mumcu,Çetin Emeç gibi isimlerle birlikte anıyor oluşundan duyduğum rahatsızlığı da belirmek isterim.

Hablemitoğlu’nun bu biçimdeki insanlardan fikir ve teknik bakımından çok farklı bir araştırmacı olduğunun bilinmesi gerektiğini düşünmekle beraber, gerçekleri söylediği için, gerçeğin ve doğrunun peşinde olduğu için yolunda tek bir kusur bulunmadığı için şehit edilen bütün Türkçüleri, Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun nezdinde şeref, gurur ve minnetle bir kere daha anıyorum.

“Türkçülük yürüyecek ve Türk ırkı muzaffer olacaktır!”

0 Yorum

Yorum Yap